Toplantıda "Rekabetçiliğin Yeni Küresel Dinamikleri, Avrupa Birliği ve Türkiye" başlıklı bölümde IE- Universidad Instituto de Empresa Üniversitesi Siyaset, Ekonomi ve Küresel İlişkiler Fakültesi Dekanı, Jacques Delors Enstitüsü Başkanı Enrico Letta ana tema olarak çevrimiçi bir konuşma yaptı. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Can Yücaoğlu'nun oturum başkanlığında gerçekleşen bu bölümde Avrupa İş Dünyası Konfederasyonu BusinessEurope'un Genel Direktörü Markus J. Beyrer konuk oyuncu olarak yer aldı.
"Jeopolitik Gelişmeler ve Türkiye" başlıklı ikinci panel muhabiri Afşin Yurdakul moderatörlüğünde yapıldı. Panelde Özyeğin Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Evren Balta ve Büyükelçi (E) Selim Kuneralp de yer aldı.
***
TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras, Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı'nda en önemli ekonomik sorun olarak enflasyonu gördüklerini söyledi.
TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras'ın konuşması şu şekilde: " Sayın Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı, TÜSİAD'ın Değerli Üyeleri, Değerli Konuklar, Değerli Basın Mensupları, Hepinizi Başkanlık Divanı adına saygıyla selamlıyorum.Hoş geldiniz!
Bugün toplantımızın teması doğrultusunda ülkemizin ekonomik geleceği için sadece önemli iki konuya vurgu yapacağım. Birincisi ekonomik görünüm, ikincisi dünyadaki jeopolitik gelişmeler ve yarattığı fırsatlar. Bu iki nokta, ekonomi ve jeopolitik, birbirleriyle iç içe geçmiş konular. Dünyadaki ekonomik gelişmelere baktığımızda, Türkiye'nin ekonomik dalgalanmalar yaşamadığı takdirde görece daha az etkileneceğini ve olumlu yönde ayrışabileceğini öngörebiliriz.
Gümrük tarifesi savaşlarının etkisi, düşük seyreden petrol ve doğal gaz fiyatları, yenilenebilir enerji kaynaklarının artan kullanımı ve makul emtia fiyatları olumlu ayrışmamızın ana faktörleri olarak sıralanabilir. Ancak en önemli ekonomik sorunumuzun "yüksek enflasyon" olduğunu unutmamalıyız.
Enflasyonda 2024 sonunda dünyada 7. sıradayız.
Mayıs 2025 ayı itibariyle enflasyon TÜİK verisine göre %35.4. Savaşan Ukrayna'da enflasyon %15, Rusya'da %10 civarında. Fiyat istikrarı ekonomimizin en önemli sorunu, bunu mutlaka çözmeliyiz. Yüksek enflasyon sadece fiyatların yükselmesi değildir; toplumun her hücresine yayılan bir bozulma ve istikrarsızlık halidir. Ekonomik rasyonaliteyi ve gelir dağılımını bozar, güveni aşındırır, sosyal yapıyı zedeler. Enflasyonla uzun vadeli yaşamak ticari ahlakı ve kurumsal dayanıklılığını zayıflatır.
Enflasyonu toplumun hiçbir kesimi savunamaz. Bu nedenle enflasyonla özel sektör ve kamu olarak birlikte mücadele etmek zorundayız. Mümkün olan en kısa zamanda enflasyonu düşük tek hanelere indirmeliyiz.
2023 yılının ortasından beri enflasyonda yumuşak inişi tercih eden, zamana yayılmış, para politikası ağırlıklı bir ekonomik program uyguluyoruz.
Reel faizle kuru kontrol eden, makro ihtiyati tedbir denilen, ağırlıklı olarak kredi büyümelerini kontrol altında tutarak talebi frenleyen bu yaklaşım enflasyonda bir düşüş trendi yakaladı.
Ayrıca 2023 Mayıs ayında eksi 60 milyar dolara kadar düşmüş olan swap hariç net döviz rezervleri artarak 2025 Mart ayında artı 65 milyar dolara yükseldi.
Son dönemde yaşanan dövizdeki dalgalanmaya Merkez bankası döviz satarak karşılık verdi. Ayrıca faiz yükselterek döviz rezervlerindeki ciddi erimeyi durdurdu, hatta artışa geçirdi.Yükselen reel faiz ekonomik büyümeyi olumsuz etkilerken, enflasyonu düşürme yönünde olumlu katkı verebilir.Düşen enflasyonla birlikte faizler de düşecektir.
Bu sürecin uzamasının sanayici açısından önemli bir yük oluşturduğu açıktır. Bununla birlikte buradan tek çıkış yolunun kalıcı düşük enflasyon olduğunun tekrar altını çizmek isterim.
Türkiye'nin dış borç sürdürülebilirlik problemi yoktur.
2024 yıl sonu itibariyle kamu dış borcunun GSYH'ya oranı %19, özel sektör dahil tüm dış borcumuzun GSYH'ya oranı %39 ile makul düzeydedir. Bu nedenledir ki bankacılık kesimi ve özel sektör dış borç bulmakta zorlanmamaktadır. Sorun kaynakların verimsiz kullanımında ve harcamalardadır.
Önümüzdeki dönemde, uygulanan ekonomik programı güçlendirerek devam etmeliyiz. Sıkı para politikası yanı sıra daha etkili bir mali politika uygulamalıyız.
Adil vergilendirme ve etkili tasarruf politikası yanı sıra kaynakların verimli kullanılması bütçede faiz dışı fazla verilmesini sağlayacak ve enflasyonun inmesine yardımcı olacaktır.
Enflasyonun olumsuz etkisini özel sektörün finansal performansında da görmekteyiz. İSO'nun 2024 yılına ait ilk 500 listesi yakın tarihte açıklandı. Listeye baktığımızda 152 şirketin zarar açıkladığını görüyoruz. Geçen yıl, bu sayı 96 idi. Zarar eden şirket sayısındaki artışın nedeni nedir dersek iş çevrelerinde ilk akla gelen, yüksek finansman maliyeti olacaktır. Oysa temel neden yüksek enflasyonla artan girdi maliyetleridir. Yüksek finansman maliyetinin nedeni de yüksek enflasyondur.
Kaynakların verimsiz kullanımı ekonomimizin başlıca sorunlarından biridir.
Kamuda olduğu gibi özel sektörde de mevcuttur. Literatürde "Zombi" şirketler olarak bilinen sürekli zarar eden, borçlarını çeviremeyen ancak bankalardan aldıkları kredilerle ayakta kalan verimsiz şirketler bulundukları sektörde rekabet ortamını bozmakta ve kaynakların israfına yol açmaktadır. Bu şirketler yerine bankalar kaynaklarını verimli şirketlere kullandırırsa, piyasalarda fiyat mekanizması çok daha sağlıklı çalışacaktır.
2024 Aralık ayında Merkez bankası ekonomistleri tarafından yazılan bir makalede Zombi şirketler incelenmiş ve çoğunlukla özel bankalar tarafından desteklendikleri tespit edilmiştir.
Bu da göstermektedir ki düşük enflasyon, düzgün işleyen fiyat mekanizması ve sağlıklı bir ekonomi için tüm kesimler el ele çalışmalıdır. Önümüzdeki dönemde enflasyonu indirmek için büyük fırsat var.
Dünyadaki ticaret savaşlarının ve enerji dönüşümünün sonuçları dezenflasyonist. Çin, mallarını satabilmek için fiyat indirmek zorunda, enerji fiyatları ve emtia fiyatları düşük seyrediyor ve bu şekilde devam edecek diye tahmin ediliyor.
Biz de enflasyonu indirmek için: 1. Ekonomik büyümenin bir miktar yavaşlamasını kabullenmeliyiz. 2. Özel sektörde ve kamuda kaynakları verimli kullanmalı ve harcamaları kontrol altına almalıyız. 3. Enflasyonist olmayan adil vergilendirme yapmalıyız. 4. Ve en önemlisi beklentileri olumlu yönde geliştirmeli ve ekonomik dalgalanmalar yaratmamalıyız, aksine istikrarlı bir ortam için alan açmalıyız.
Toplumsal refahı arttırmak, hayat pahalılığı sorununu çözmek, gelir dağılımını düzeltmek için mutlaka enflasyonu düşük tek hanelere indirmeliyiz. Düşen enflasyonun yarattığı güven ortamı ve artan verimlilik yeni dünya düzeninde ülkemizi üst sıralara taşıyacaktır.
Sayın katılımcılar, Jeopolitik gelişmelere ve yarattığı fırsatlara bakacak olursak, Dünya düzeni artık sabit eksenler etrafında işlemiyor. Alışık olduğumuz dünya düzenin sütunları sallanıyor. Alıştığımız düzen, devletlerin birbirine karşı sorumluluk taşıdığı, uluslararası hukukla çerçevelenmiş, çok taraflı kurumlardan oluşan bir düzendi. Yeni gerçeklik ise daha dağınık, daha rekabetçi ve daha az öngörülebilir.
Bugün artık sadece ordular değil, teknolojik standartlar yarışıyor. Sadece dış politikalar değil, veri mimarileri çarpışıyor. Artık asıl mesele ne üretildiği değil, nasıl kaydedildiği, nasıl paylaşıldığı ve kim tarafından kontrol edildiği.
Gıda krizinden enerji dönüşümüne, ileri teknoloji bağımlılığından savunma zincirlerine kadar pek çok başlıkta yaşanan jeopolitik türbülans, doğrudan iş dünyasını etkiliyor.
Bölgesel çatışmalar ciddi göç sorunları yaratırken, ateş altında yaşanan olayların insani boyutu uluslararası zeminde ihmal ediliyor. Şirketler de bu karmaşık ortamda ekonomik politika kadar jeopolitik zekâya ihtiyaç duyuyor.
Bu nedenle bugünkü toplantımızın temasını AB -Türkiye ve Jeopolitik Gelişmeler olarak belirledik. Az sonra çok değerli konuşmacılar bu konuda bizleri aydınlatacak.
Küresel ekonomik yapı hızla değişiyor: 2025 yılı itibarıyla, Amerika Birleşik Devletleri küresel ekonomik düzene yönelik yaklaşımını köklü biçimde dönüştürmüş durumda.
Yeni dönemde ABD, çok taraflı ticaret rejimlerini ikincil konuma iterek ikili anlaşmalar ve doğrudan stratejik pazarlıklar üzerinden küresel ticareti yeniden biçimlendirmeye çalışıyor.
Bu dönüşüm, yalnızca Çin gibi stratejik rakipleri hedef almamakta; AB gibi geleneksel müttefikleri de kapsıyor. Gümrük tarifeleri, bu bağlamda yalnızca ekonomik bir araç değil, aynı zamanda dış politika alanında baskı ve yönlendirme mekanizması olarak kullanılıyor.
ABD tarifeleri yükseltme tehdidini, yalnızca rekabeti dizginlemek için değil, müttefik ülkeleri belirli teknoloji ve tedarik zinciri politikalarına zorlamak için de kullanıyor.
Tüm orta ölçekli ve dışa açık ekonomiler, artık daha öngörüsüz ve parçalara bölünmüş bir sistemde hayatta kalmak zorunda. Bu gelişimin Türkiye için anlamı nedir?
Türkiye gibi üretim ve hizmet temelli büyümek isteyen bir ekonomi için bu manzara hem yeni fırsatlar hem de bazı kırılganlıklar içeriyor. Bu belirsizlik çağını bir sıçrama anına dönüştürmek istiyorsak; rekabetçi ekonomik altyapıyı inşa etmek zorundayız.
Türkiye, rekabet gücünü geçici kur avantajlarından ya da mali teşviklerden değil; yüksek katma değerli, verimli üretim, dijital kapasite ve yeşil dönüşüm gibi yapısal dönüşümlerden almalı.
Küresel ekonomi, verimliliğin de ötesinde dayanıklılığın konuşulduğu bir faza geçti. Artık "güvenilir üretici" olmak, en az "düşük maliyetli üretici" olmak kadar değerli.
Bu güveni sağlarken sadece piyasa sinyalleri değil, ekonomik istikrar ve öngörülebilirlik de önem kazanıyor. Bu çerçevede, Türkiye'nin uzun vadeli ekonomik güvenilirliğini güçlendirecek temel adımlardan biri de Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği'nin modernizasyonudur.
1990'ların sonunda büyük bir ekonomik açılım sağlayan Gümrük Birliği, bugünün küresel ekonomisine cevap vermekte zorlanıyor. Bugünkü Gümrük Birliği, dijital ticaretten hizmet sektörüne, yeşil mutabakattan kamu alımlarına, devlet yardımlarından uyuşmazlıkların çözümüne kadar pek çok alanı kapsamıyor.
Ülke olarak yeni nesil bir üretim ve ihracat hikâyesi yazmak istiyorsak, bu hikâyenin kurumsal altyapısı modernize edilmiş Gümrük Birliği olmalıdır.
Bu modernizasyon:
- Avrupa ile kurumsal entegrasyonu güçlendirir. - Yabancı yatırımcılar açısından ülkemizin öngörülebilirliğini arttırır. - Yeşil dönüşüm ve dijitalleşmeye uyum sağlayacak hukuki ve teknik zemini kurar.
Bunların yanında bu modernizasyon, Gümrük Birliği kapsamında ülkemizi de etkileyen AB'nin ticaret politikası tercihlerinde karar süreçlerine katılımımızın önünü açmalıdır.
Bu sadece bir teknik güncelleme değildir.
Türkiye'nin kalkınmacı devlet kapasitesini küresel sisteme nasıl entegre edeceğini gösteren bir stratejik tercihtir. Avrupa'yla kurumsal derinlik kazanmak için bir araçtır.
Aynı zamanda tek bir eksene yaslanmadan, çok yönlü bir ekonomik pozisyon kurmak için fırsattır. Günümüzde karmaşık jeopolitik gelişmelerin dış politikaya etkisini de görüyoruz.
Bugün dış politika yalnızca diplomasi değil, savaşların geri döndüğü, sınır değişimlerinin yeniden masaya geldiği bir alandır. Kuralların yerini güç ilişkilerinin aldığı bu yeni denklemde, bölgesel istikrarsızlık küresel güvenliği doğrudan etkiliyor. Avrupa dahi, onlarca yıl sonra ilk kez güvenlik eksenli bir yapılanma arayışı içinde.
Türkiye, eşsiz jeopolitik konumuyla: - Avrupa ile ilişkilerini derinleştirirken farklı coğrafyalarla değer zinciri ortaklıkları kurabilir. - Eşzamanlı teknoloji iş birlikleri geliştirebilir.
- Yıkılan bölgelerin yeniden inşa ve kalkınma projelerinde yetkinliğini kullanabilir ve iş ortaklıkları yapabilir.- Uygun kapasitesi olan ülkelerle enerji ve güvenlik alanlarında çalışabilir. Bu çok yönlü açılımın başarıya ulaşması, kurumsal ilişkilerin belirsizlik karşısında dirençli, kriz dönemlerinde ise yeniden üretilebilir olması ile mümkündür. Dış politikayla ilgili altını çizmek istediğim çok önemli bir nokta da yaşadığımız olayları değerlendirirken insani boyutun daima göz önünde tutulmasıdır.
Bugün Gazze'deki dramın sürmesinin ve sivil halka ve çocuklara çeşitli yollardan ulaşması gereken insani yardımların dahi engellenmesinin insani sorumlulukla bağdaşır tarafı yoktur.
Bunun gibi tüm gayri insani yaklaşımlara karşı çıkmalıyız. Değerli katılımcılar, Konuşmamı bitirirken, kritik bir ayrımın altını çizmek istiyorum. Bugün birçok ülke, belirsizlikler karşısında "stratejik otonomi" arayışına yöneliyor.
Ancak bu kavram, çoğu zaman içe kapanma, savunma refleksi ya da küresel düzenden kopuş gibi yanlış yönelimlere evrilebiliyor. Oysa biz, hem ekonomik hem de jeopolitik kapasitesi yüksek bir ülke olarak stratejik aklımızı etkili kullanmak suretiyle enflasyonu düşürecek, gümrük birliğini güncelleyecek, yatırımcıya öngörülebilirlik sağlayacak, ihracata dayalı verimli ekonomik büyüme ve zenginleşme imkanını yaratacak ortamı sağlayabiliriz; bölgesel ve küresel iş birlikleriyle değer zincirlerinde ve ticaret koridorlarında daha etkin bir rol oynayabiliriz.
Bu kapasiteyi gerçeğe dönüştürmek bizim elimizde. Bu mümkündür. Bu gereklidir. Ve bu ancak tüm paydaşların katkısıyla yapılabilir. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum.
***
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise şunları söyledi: "Bugün küresel sistemin radikal bir şekilde değiştiğine tanık oluyoruz. Artık bildiğimiz dünya kökten değişiyor. Gümrük vergilerindeki artış sonrasında yeni küresel düzen oluşana kadar dünyada belirsizlik hüküm sürecek. AB'nin yeni yapılanma sürecin dikkatle takip etmemiz gerekiyor. Sanayideki performans zayıflığı sadece bu son çeyreğin meselesi değil. ürkiye gibi bir ekonomi için sanayisiz bir büyüme model düşünülemez. Ekonomi sadece para politikasından ibaret değil. Ekonomimiz daha rekabetçi kılacak yapısal dönüşümler hayata geçirmeliyiz. Artık 30 yaşına gelmiş olan Gümrük Birliği kesinlikle güncellenmeli. Terör sorununun kalıcı olarak ortadan kalkması en büyük dileğimiz. Bugün toplumsal dayanışma her zamankinden daha önemli."
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan'ın konuşmasının tamamı şu şekilde: "Sayın Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı, TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri, Değerli Konuklar, Değerli Basın Mensupları, Hepinizi TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygıyla, selamlıyorum. TÜSİAD olarak, tüzüğümüz doğrultusunda yaklaşık 55 yıldır,
- insan hakları evrensel ilkelerinin,
- düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin,
- laik hukuk devletinin,
- katılımcı demokrasi anlayışının,
- liberal ekonominin,
- rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının,
- sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği,
bir toplumsal düzenin oluşması ve gelişmesine katkı sağlamak amacıyla faaliyet gösteriyoruz. Uluslararası iş dünyasındaki temsil gücümüz ile, ülkemizin yüksek menfaatleri doğrultusunda çalışıyoruz. AB ortaklarıyla işbirliğini sürdürüyor ve hem ulusal, hem de Avrupa düzeyinde politika önerileri geliştiriyoruz. İş dünyamızın önceliklerini ülkemizin Avrupa entegrasyonu perspektifinde gündeme taşıyoruz. Ülkemizin küresel entegrasyonunun ve rekabetçiliğinin artışına katkı sağlamak amacıyla Asya Pasifik, Körfez Bölgesi, Orta Asya ve ABD’deki yeni teknolojiler, girişimcilik ağları odağında, kapsamlı çalışmalar da yürütüyoruz. Genel Kurul toplantımızdan bu yana, hem ülkemizde hem de küresel sistemde, bir dizi önemli gelişme yaşandı. Bugün, küresel sistemin radikal bir biçimde değiştiğine tanık oluyoruz. Bu yüzden bu toplantımızda, jeopolitik gelişmeleri, transatlantik ilişkileri ve bu çerçevede Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkilerini odağımıza almaya karar verdik.
Küresel sistemdeki gelişmeler, her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de
- büyüme modelini,
- toplumsal uyumunu,
- kurumlarını yeniden düşünmesini gerektiriyor.
Dünyada neler olup bittiğini, yalnızca anlamaya değil, bu çalkantılı dönemde, ülkemizin nasıl daha güçlü ve müreffeh olacağını, konuşmaya da ihtiyacımız var. Değerli konuklar,
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel sistemin tasarımında en etkili aktör olan ABD’de yaşanan gelişmeler, tüm küresel sistemi etkiliyor. Bildiğimiz dünya kökten değişiyor. ABD’nin uygulayacağını duyurduğu gümrük vergileri, son 80 yılın en yüksek düzeyine işaret ediyor. Gümrük vergilerindeki artış sonrasında, nasıl bir küresel ticaret düzeninin ortaya çıkacağı uzun yıllar içinde netleşecek. Bu geçen süre içinde, dünyada belirsizlik hüküm sürecek. Nitekim, dünya belirsizlik endeksleri tavan yapmış durumda.
Ülkeler,
- ihracat stratejilerini,
- karşılıklı ticaret ilişkilerini,
- üretim zincirlerini,
- finansal ilişkilerini,
yeniden şekillendirmek zorunda kalacak. Hiçbir ülke bu değişimin dışında kalamayacak. Ticaret ilişkilerindeki bu yeniden yapılanma, belli bir süredir konuşmakta olduğumuz, diğer derin değişim dinamiklerinin üzerine ekleniyor. Uzun bir süredir yeşil ekonominin, yeni teknolojilerin, yapay zeka devriminin ve demografik dönüşümün, ekonomik yapı üzerindeki kuvvetli etkilerini gözlemliyorduk.
Bu etkilerin üzerine, şimdi jeopolitik kaymalar, popülizmin güçlenmesi, uluslararası sistemin işleyişinde değerlerin yerini pazarlıkçı bir ilişki biçiminin almaya başlaması, BM, NATO, DTÖ gibi ulusüstü kurumların etkinliğinde zayıflama, uluslararası güvenlikte artan riskler ekleniyor. Ukrayna savaşı ve Gazze’de yaşanan insanlık dramı bunun en somut örnekleri.
Uluslararası sistemde, istikrar sağlayan ilkelerin, kuralların ve kurumların zayıflaması, ülkeleri eskiden sahip oldukları çıpalardan yoksun bırakıyor.
Küresel sistemdeki değişimler, her zaman küresel güç dengesinde değişimle birlikte meydana gelir. Bu süreçlerde yerleşik güçlerin zayıflaması, yeni güçlerin merkezi bir konuma evrilmesi sıkça görülür. Hem risklerin, hem fırsatların dramatik biçimde artıyor olması, ülkelerin uygulayacakları stratejiler konusunda çok özenli olmasını gerektiriyor.
Değişimin barındırdığı riskler karşısında, önlem almayı gündeme getiren, değişimin yol açabileceği fırsatları değerlendirmek için, yapılması gerekenleri sistemli ve bütüncül bir şekilde ele alan, veri temelli ve geniş kapsamlı istişareye dayalı yöntemlerle formüle eden merkezlerin başında, AB geliyor. AB’nin yeni yapılanma sürecini dikkatle takip etmemiz gerekiyor.
Bugün bu konuda iki kıymetli konuşmacımız var: AB Komisyonu Başkanı’nın talebiyle "Much More Than a Market” raporunu hazırlayan, İtalya Eski Başbakanı Sayın Enrico Letta ve Avrupa İş Dünyası Konfederasyonu BusinessEurope Genel Direktörü Sayın Markus Beyrer.
Değerli konuklar, Türkiye’de 2025 yılının ilk çeyreği için açıklanmış olan büyüme verilerine baktığımızda ekonomideki yavaşlamanın teyit edildiğini görüyoruz. GSYH’da yıllık bazda %2’lik büyümeye karşılık, imalat sanayi %2.4 küçüldü. Sanayideki performans zayıflığı sadece bu son çeyreğin meselesi değil. Bir süredir büyümeyi sanayi üretimi dışındaki faaliyetler sürüklüyor. 2022’den bu yana GSYH %4.5 büyürken, sanayi %1.1 tarım ise %1 büyüyor. Hiç şüphesiz Türkiye gibi büyük bir ekonomi için, sanayisiz bir büyüme modeli elbette düşünülemez. Üretimin günün teknolojisini yakalayarak güçlenmesini mutlaka sağlamak gerekiyor. Burada nitelikli insan kaynağı da, kritik rol oynuyor. Ayrıca kadınların istihdama katılımının sağlayacağı potansiyeli de, unutmamamız gerekiyor.
Ekonomi sadece para politikasından ibaret değil. Para politikaları ile elde edilebilecek kazanımlar gerekli, fakat yeterli değil. Ekonomimizi daha rekabetçi kılacak yapısal dönüşümleri de hayata geçirmeliyiz. Enflasyonla mücadele devam ederken, reel sektörün sıkıntılarını aşma ve hane halkı refahını güçlendirme yollarını bulmak önemli. Fiyat istikrarını sağlarken, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme sürecini başlatmak, teknolojik değişim trenini yakalamak, rekabet gücünü artırmak ve refah artışını tabana yaymak zor olsa da, gerçekleştirilebilir hedefler. Bu kapsamda, 26 Haziran’da TUSİAD maliyet bazlı rekabet gücü endeksini yayınlamaya başlayacağız. Bu veri sayesinde küresel rekabetçilikteki durumumuzu daha iyi analiz etme fırsatımız olacak.
Rekabetçilik konusunda yeniden AB örneğine dönmek istiyorum.
AB’nin yeni teknolojik atılım ve yenilikçilik gündemi, Türkiye için de bazı açılımlar barındırıyor. AB, kural setini sadeleştiriyor. Temiz Sanayi Mutabakatı gibi girişimlerle yeni sanayi yapılanması ve yapay zeka öncelikli teknolojik atılım stratejisini devreye sokuyor. Yeşil dönüşümden geri adım atmıyor; yeşil ve dijital dönüşümü yeniden sanayileşmenin, rekabetçiliğin ve ekonomik güvenliğin ana itici gücü olarak konumlandırıyor.
AB yeni rekabetçilik anlayışını sadece üye ülkelerle sınırlı tutmuyor; aday ülkeler ve Tek Pazara ileri derecede entegre olan ekonomiler öncelikli olmak üzere, temel ortakları içeren geniş bir perspektifle ele alıyor. Bu da, Türkiye’nin dikkatle takip etmesi gereken bir dinamik.
Yapay zeka başta olmak üzere, dijitalleşmenin ve yeşil dönüşümün katma değeri ve verimliliği yükseltme potansiyelini biliyoruz. Tüm bu unsurların ülkemizin rekabet gücünü tetikleme etkisini göz önüne alarak, gerekli teknoloji ve enerji altyapısını güçlendirecek yatırımları önceliklendirmeliyiz.
Bu kapsamda artık 30 yaşına girmiş olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, en acil ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor. Gümrük Birliği kararının alındığı dünya, bugünkünden çok farklıydı. Geçen 30 yılda, döngüsel ekonomi, yenilenebilir enerji ve dijital teknolojiler gibi, birçok gelişme karşısında, Gümrük Birliği’nin zamanın ihtiyaçlarına cevap verme kapasitesi giderek zayıfladı. Türkiye’nin olduğu kadar, AB’nin de günümüzün dünyasında tehditlerle baş etmesi ve fırsatlardan yararlanabilmesi için, esas olarak bir önceki teknolojik paradigma döneminin ilkelerinin şekillendirdiği, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, ihmal edilmemesi gereken önemli bir başlık.
AB’nin, yapıcı bir yaklaşımla Gümrük Birliği’ni güncelleme sürecini başlatması, küresel sınamalara kural temelli sistem çerçevesinde ortak cevap oluşturabilmek açısından, büyük önem taşıyor.
AB’nin gündemindeki, iki diğer stratejik yönelim de Türkiye açısından önemli.
Bunlardan ilki, giderek artan güvenlik endişeleri karşısında bir cevap üretmek. AB, tarihsel olarak diğer politikalara kıyasla daha geride kalmış olan güvenlik ve savunma politikalarında bir tutum değişikliğine gidiyor. Güvenliğin ve savunmanın bundan böyle taşıyacak olduğu ağırlık, tüm politika alanlarına etki edecek. Bu çerçevede, savunma sanayi kapasitesiyle göz dolduran Türkiye ile AB’nin ilişkilerinin ortak kurumsal, hukuki ve mali çerçevelerle ele alınması, güvenlik ve direnç için ortak kazanımlara önemli bir zemin oluşturur.
AB’nin yeni dönem stratejisinin diğer ayağını ise, genişleme süreci oluşturuyor. Türkiye-AB ilişkilerinin teknik iş birliği bazından çıkartılıp, yeniden bütüncül ve ilkesel bir çerçeveye oturtulması, bu küresel ortamda her iki taraf için de, fayda sağlayabilecek.
- Yeşil ekonomi,
- nüfus yaşlanması,
- yapay zeka,
- yenilikçilik,
- beceri açığı,
- Ar-Ge ekosisteminin güçlendirilmesi,
küresel ekonomide rekabet gücünün artırılması hem Türkiye, hem de AB için acil ve önemli konular. Değerlere ve kurallara dayalı, güvenilir ve istikrarlı bir ortak zemin, bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için en iyi seçenek.
Bu zeminin yaratılması Avrupa düzeyinde ve bölgemizde yaşanan sorunlara daha etkili yanıtları, ortak bir çabayla geliştirmemize de olanak sağlar. Örneğin Ukrayna ve Suriye’nin yeniden yapılanması için, Türkiye’nin ilgili AB mekanizmalarına dahil edilmesi gereklidir. Bu yaklaşım girişimlerin katma değerini artırır, kaynakların daha etkili kullanımını da destekler.
AB-Türkiye Ortaklık Konseyi dahil, Türkiye’nin AB entegrasyon sürecinin tam üyelik perspektifiyle yeniden canlandırılmasının, karşılıklı güven ve öngörülebilirliği sağlayacak, en etkili yöntem olacağına inanıyoruz.
Öyle görünüyor ki, küresel ortamda kartlar yeniden dağılırken, Türkiye’nin stratejik çıkarları, AB ile ilişkilerin ilerlemesine işaret ediyor.
Değerli konuklar, Konuşmamı bitirmeden önce, bu yoğun küresel belirsizlik ortamında, her ülkenin kendisiyle ilgili belirsizlikleri ve riskleri azaltmasının önemine değinmek istiyorum. Terör sorununun, kalıcı olarak ortadan kalkmasının en büyük dileğimiz olduğunu, hep vurguladık. Terörsüz Türkiye süreci barışın tesisi yolunda çok önemli bir gelişme oldu. Bu sürecin ülkemizin ekonomik kalkınma ve demokrasi ortamına da olumlu yansımasını temenni ediyoruz.
Toplumsal kutuplaşmanın yerini toplumsal uyuma bırakmasının, sorunlarımızın çözümü için elverişli bir zemin hazırlayacağını düşünüyoruz.
Değerli konuklar, Küresel sistemin radikal bir biçimde değiştiği bu ortamda, millet olarak zor dönemlerde başarıyla sergilediğimiz toplumsal dayanışmayı ve birlik-beraberlik hasletimizi kullanmanın tam zamanı. Bugün - sağduyu,-ortak akıl,- güven,- dayanışma her zamankinden daha da önemli. Burada sivil topluma da büyük rol düşüyor. Ülkemizin, Atatürk’ün gösterdiği muasır medeniyet hedefi doğrultusunda küresel ölçekte rekabet eden, bölgesinde ve dünyada refah toplumu olarak referans niteliği taşıyan bir ülke olması için çalışmaya, üretmeye, yatırım yapmaya, istihdam yaratmaya, fikir üretmeye, daha iyi için, katkı sunmaya devam edeceğiz.Toplumsal barışı, refahı, rekabetçiliği ve sosyal adaleti güçlendirmiş bir Türkiye’nin, küresel değişimin aktif bir şekillendiricisi olacağına inanıyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, hepinizi saygı ile selamlıyorum."
World Media Group (WMG) Haber Servisi