TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras gerçekleştiriği konuşmada hukukun üstünlüğüne vurgu yaptı: "Sayın Bakanım, Sayın Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı, TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri, Değerli Konuklar, Değerli Basın Mensupları, 2024’ün ilk TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında hepinizi Başkanlık Divanı adına saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakanımıza da yoğun programı arasında bize zaman ayırıp bu toplantıya katıldıkları için teşekkür ediyorum. Hoş geldiniz. Bu benim Yüksek İstişare Konseyi Başkanı olarak sizlere ilk konuşmam. Başkanlık görevini Sayın Tuncay Özilhan’dan devraldıktan sonra tüzüğümüzü bir kez daha dikkatle okudum. Tüzüğümüz konseyin başlıca görevini “Türk sanayi ve iş hayatının genel gidişi ve sorunlarını gözden geçirmek ve uzun vadeli tedbirlere ışık tutmak” diye tanımlıyor. Ayrıca “Konsey derneğin amaçlarına ulaşabilmesi için yapılacak çalışmaları değerlendirir ve tavsiyelerde bulunur” da diyor. Bu nedenle derneğimizin amacını bir kez daha hatırlamakta fayda görüyorum. “TÜSİAD, insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamayı amaçlar.” TÜSİAD tüzüğünden aldığı güçle 53 yıldır Türkiye’nin menfaatleri için uğraşır. Gönüllük esasına dayanan TÜSİAD ülke kalkınmasının gerektirdiği her konuyu gündemine alır, çalışır ve görüş belirtir; politika önerir, siyaset yapmaz."
Aras değişim ağırlıklı konuşmasının ikinci bölümünde sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Değerli konuklar, Bugünkü konuşmamın başlığını, “Ülke Olarak Değişimi Kaçırmayalım.” olarak belirledim. Dünyada rüzgâr nereden esiyor? Bu rüzgârı nasıl arkamıza alabiliriz? Bunlara odaklanacağım. Öncelikle şunu tespit edeyim. Biz hep birlikte güçlü toplum, güçlü ülke ve güçlü bir ekonomiolmak istiyoruz. Ancak, günümüzde hüküm süren sert değişim rüzgarlarını dikkate aldığımızda güçlü olmak yeterli görünmüyor. Aynı zamanda dayanıklı da olmalıyız.Güçlü olmak rakiplerden üstün olmakla ilişkilidir. Dayanıklı olmak ise esneklik ve uyum yeteneği gerektirir. Güç bugüne ait bir özelliktir. Dayanıklılık ise geleceğe işaret eder. Güç maddi göstergelerle ölçülür. Dayanıklılık ise başarının sürdürülebilir olmasını gerektirir. Güce odaklanırsanız zayıflıkların üstünü örtersiniz. Dayanıklılık ise yenilikçiliği gerektirir. Hem güçlü hem dayanıklı olmak için problemleri doğru teşhis etmeli, doğru kararlar vermeli ve bu kararları doğru zamanda uygulamalıyız. Geleceği de düşünerek, adım atabilmek için hızla değişen dünyayı iyi anlamalıyız. Dünyadaki değişimi dört ana başlık altında toplayabiliriz: iklim, demografi, jeopolitik ve teknoloji. Bu değişimlerin en başında iklim değişikliği geliyor. Küresel ısınmanın sonuçlarını her alanda yaşıyoruz. Ülkeler ekonomi politikalarını bu doğrultuda değiştiriyor. İklim değişikliğiyle mücadele konusundaki küresel mutabakat giderek güçleniyor. Bu alanda AB başı çekiyor.Yeşil dönüşüm ihtiyacı, tarımsal üretim, tüketim tercihleri, üretim teknolojileri ve ticaret gibi birçok alanda değişimi tetikliyor. Yeşil dönüşüme duyarlı olmayan şirketlerin rekabet şansı kalmıyor. Yeşil dönüşümü kaçırmamak için hareket etmeli ve uyum kapasitesini artıracak tedbirleri hızla hayata geçirmeliyiz. Aksi halde ciddi zorluklarla karşılaşacağız. Örneğin tarım. İklim değişikliği bizi besleyen toprakları tehdit ediyor. 2000’lerin başında 41 milyon hektar olan tarım alanı 2022 verilerine göre 38 milyon hektara geriledi. İklim değişikliği ve tarım alanlarımızdaki daralma, 100 milyona giden nüfusumuzu beslemede sorun yaratıyor. Bu nedenle tarıma teknoloji ve verimlilikbazlı yeni bir yön vermemiz şart. İkinci değişim alanı demografi. Bugün hem ülkemiz hem dünya çok ciddi bir demografik dönüşümden geçiyor. Yaşlanan nüfus, kentleşme ve ülkeler arası göçler demografik değişimin üç temel göstergesi.Dünya hızla yaşlanıyor. Medyan yaş 1980’de 21 iken 30’a yükseldi. En yaşlı kıta 42 medyan yaşla Avrupa onu 38’le Amerika takip ediyor. Dünya ortalamasını 19 yaşla Afrika aşağı çekiyor. 2030 yılında dünyada her 6 kişiden biri 60 yaş ve üzerinde olacak. Türkiye nüfusu da hızla yaşlanıyor. Bundan 25 yıl önce yayımlamış olduğumuz bir raporda dikkat çekmiş olduğumuz demografik fırsat penceresi hızla kapanıyor. 1980’de 19 olan medyan yaş, bugün 34’e yükseldi. Çalışma çağındaki nüfus oranının ise 2030’dan sonra düşüşe geçmesi bekleniyor. Demografik fırsat penceresinden gereği kadar yararlanamadık. Kentleşmeye bakarsak:Tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası, yaklaşık %57'si, şehirlerde yaşıyor.Türkiye’de bu oran %77. Oysa 1960’da %31,5’ti.Dünyada göçmen sayısı hızla artıyor. 2020 sonunda dünya nüfusunun %3,6’sı göçmen statüsünde (281 milyon). Nitelikli emeğin öneminin son derece arttığı günümüzde pek çok ülke nitelikli göç programları oluşturarak yetenekli bireyleri kendine çekmeye çalışıyor. Türkiye ise yetiştirdiği nitelikli gençleri başka ülkelere kaptırıyor. Nitelikli emek sadece iyi ücret istemiyor, aynı zamanda şeffaflık, hukukun üstünlüğü ve demokrasiyle çevrelenen iyi bir yaşam istiyor. Bunu sağlayan ülkelere göç ediyor. 2022 yılında 140 bin vatandaşımız yurtdışına göç etti. Artış oranı bir önceki yıla göre %35. Büyük çoğunluğu da gençler. Ülkemiz hem göç veriyor hem göç alıyor. Demografik fırsat penceresi sorununu Avrupa’nın göçmen deposu olarak çözemeyiz. Dünyada en çok göç alan iki ülkeden biriyiz. Beyin göçünü tersine çevirmeli ve göçmen politikamızı lehimize geliştirmeliyiz. Demografik değişimi iyi yönetmeliyiz. Değişimin sağlık, istihdam, eğitim, sosyal güvenlik, toplumsal yapı gibi alanlarda yaratacağı etkilere hazırlıklı olmalıyız. Ayrıca demografik değişimin sektörel etkilerini belirlemeli ve ona göre çözümler üretmeliyiz. Örneğin, yakın coğrafya ve ülkemizde yaşlanan nüfusun sağlık ihtiyaçlarının artacağı kesin. Bu ihtiyacı karşılayacak politikalar üretmeliyiz. Üçüncü değişim başlığı jeopolitik. Bugün küresel sistem hem ekonomik hem siyasi hem de yönetişim açısından ciddi bir krizden geçiyor. Çatışma ve savaş her yere yayılmış durumda: Dünya üzerinde yaşayan her altı kişiden biri aktif çatışma olan bir bölgede yaşıyor. Küresel yönetişimdeki krizin son halkası Gazze’de sergileniyor. Uluslararası sistem, İsrail’in insanlık dışı uygulamalarını durdurmaya maalesef muvaffak olamıyor. Fiziksel çatışmanın yanı sıra globalleşme de sorgulanır hale geldi. Korumacı önlemlerde ciddi artış var. Geçtiğimiz yıl dünya genelinde devletlerin yürürlüğe koyduğu uluslararası ticareti kısıtlayıcı önlemlerinin sayısı 2500’ü buldu. Bu müdahalelerin yaklaşık yarısı ABD, AB ve Çin tarafından gerçekleştirildi. Geçmişte, uluslararası ticaret ve yatırım kararları maliyet bazlıydı. Ama savaşlar ve pandemi, coğrafi yakınlığı ve siyasal güven unsurunu öne çıkardı. Ekonomik ilişkilerde ve tedarik zincirlerinde, dost ve müttefik ülke kavramı öne çıkar oldu.Türkiye merkezi coğrafi konumuyla, tarihsel olarak hem doğuyla hem batıyla güçlü bağlara sahip olmasıyla, belki de en çok AB ilişkileriyle, bu jeopolitik değişimden yararlanma imkanına sahip. Akılcı politikalarla jeopolitik değişimi fırsata çevirmeliyiz. Dördüncü değişim dalgası ise teknoloji. Başta üretken yapay zeka ve sentetik biyoloji olmak üzere yeni nesil teknolojiler, hemen her alanı çok derin etkiliyor. Dijital dünyadaki değişim fiziksel dünyayı şekillendiriyor. Üretimin tüm aşamaları, tüketim alışkanlıkları, çalışma şekilleri, sağlık hizmetleri, şirketlerin yönetim biçimleri, meslekler, suç işleme ve savaş yöntemleri değişiyor. Küresel siyasi ve ekonomik düzen yeniden şekilleniyor. 20 yıl önce dünyanın en değerli 10 şirketinin, 9’u bugün ilk onda yok. İlk onda Apple, Google, Amazon, Nvidia, Facebook, Tesla gibi yeni teknoloji şirketleri var. Çip üreticisi Nvidia’nın piyasa değeri bu yılın ilk yarısında iki katının üzerine çıkarak 3 trilyon doları aştı. Bu rakamın Türkiye’nin milli gelirinin üç katına yakın olduğunu hatırlatırım. Batı borsalarındaki teknoloji odaklı şirketlerle oluşan değer yaratma rüzgarını maalesef Borsa İstanbul’da görmüyoruz. Hayatımızın her yönünü etkileyen, siyasi ve ekonomik gücün el değiştirmesine neden olan teknolojik değişimi kaçırmamalıyız. Bu 4 başlıkta özetlediğim DEĞİŞİMİ, KAÇIRMAMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ? Değerli konuklar, Bu noktada çok beğendiğim ve Einstein’a atfedilen iki sözü sizlerle paylaşmak istiyorum. Birincisi: Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan zordur. İkincisi: Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç ummak akıllıca değildir. Bu iki sözü temel alırsak değişimi kaçırmaz ve ülkemizi görmek istediğimiz seviyeye taşıyabiliriz. Önyargılarımızdan kurtulup yeni politikalar üretmeli ve uygulamalıyız. Güçlü ve dayanıklı bir ekonomi, toplum ve ülke yaratmak için farklı yapmamız gerekenleri dört ana başlıkta özetleyebilirim: Hukukun üstünlüğü, Eğitim ve liyakat, Teknoloji üretmek ve inovasyon, Verimlilik ve ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli. İlk sırada hukukun üstünlüğü yer alıyor. WJP (World Justice Project) Hukukun Üstünlüğü endeksine göre Türkiye’nin dünyadaki yeri geriliyor. Bu gerileme rekabet gücümüzü zedeliyor. TÜSİAD olarak hep söylediğimiz bir şey var: güçlü ve dayanıklı kurumlar inşa etmeli, kurumların bağımsızlığını güçlendirmeliyiz. Bunun için de öncelikle güvenilir bir hukuk devleti gerekiyor. Hukuk devletinde, kurallılık ve belirlilik egemendir. Hukukun üstünlüğü siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında öngörülebilirlik sağlar. Öngörülebilirliğin olmadığı, keyfi uygulamalara karşı etkili mekanizmaların işlemediği bir yerde anayasada ve yeminlerde yer alsa dahi, hukukun üstünlüğü kâğıt üzerinde kalır. Hukukun üstünlüğü, yasama, yürütme ve yargı erklerinin sahip oldukları güçleri kötüye kullanmayı önleyen fren ve denge mekanizmasının dayanağıdır. Şayet bu mekanizma işlemiyorsa güçler arasında anayasada öngörülen kuvvetler ayrılığı ilkesi hayata geçmiyor demektir. Hukuk devleti ilkesi, anayasalara iktidarların keyfi davranışlarını önlemek için konmuştur. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesi ile ilgili tartışmaların gündeme geldiğini üzülerek görüyoruz. Bütün kanunların üzerinde olan Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinden asla taviz vermemeliyiz. Tüm vatandaşlarımızın ve ülkemize yatırım yapmak isteyen yatırımcıların yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığına güveni tam olmalıdır. İkinci farklı yapmamız gereken konu eğitim ve liyakat. TÜSİAD olarak eğitimi en önemli meselemiz olarak görüyoruz. Bugün bu salonda bulunan çok sayıda üyemiz yıllardır eğitime çok ciddi katkılar sağlıyor. Bizler biliyoruz ki, Türk sanayi ve hizmet sektörlerinin dünyada rekabet edebilmesi için siyasi görüş ve inanç bazlı eğitime değil, bilim ve bilgi bazlı eğitilmiş, çağa uygun becerilere sahip işgücüne ihtiyaç var. Çünkü ancak bilim ve bilgi bazlı eğitim almış çocuk ve gençler aranılan insan olurlar. Eğitim sistemimiz vasıfsız üniversite mezunu değil, iş dünyasının aradığı becerilere sahip gençleri yetiştirmelidir. Bu açıdan baktığımızda, Mayıs ayında açıklanan yeni Maarif modelini maalesef ülkemizi geleceğe hazırlama kapasitesinde görmüyoruz. Yeni Maarif modeli, hazırlık süreci, ilgili kurumlardan geri bildirim alma ve alınan geri bildirimleri dikkate alma konularında sınıfta kalmıştır. Çok önemli bir nokta da liyakat esasının hayata geçirilmesi. Gençlerimizi hem iyi eğitmeli hem de sonrasında hak ettikleri yerlere getirmeliyiz. Yapılan atamalarda liyakata uygun hareket edilmediği inancının yaygınlaşması toplumsal yapıyı zedeliyor, değerlere zarar veriyor, yozlaşmaya yol açıyor. Kamuoyunda çok tartışılan mülakat sisteminin mevcut hali uygulamadan kaldırılmalı ve yerine iyi tasarlanmış liyakat esaslı bir sistem hayata geçirilmelidir. Dünya ile ancak liyakat esası ile atanmış yetkin ve dürüst kadrolarla rekabet edebiliriz. Üçüncü sırada teknoloji üretmek ve inovasyon geliyor. Üretken Yapay Zeka gibi yeni teknolojiler hayatımıza yeni ürünler, yeni uygulamalar getirecek. Eskileri radikal biçimde değiştirecek ve verimlilikte muazzam bir artış yaratacak. Yaklaşık iki ay önce piyasaya çıkan Chat GPT 4o’nun sergilediği insana benzer iletişim uygulamaları gibi örnekler hepimizi şaşırtıyor ve heyecanlandırıyor. Üretken Yapay Zeka daha 18 aylık, 18 yaşına gelince kim bilir neler yapacak? Teknolojik değişim dalgasını bu kez kaçırmayalım. Türkiye şimdiye kadar teknoloji atılımlarını hep geriden takip etti. Teknoloji üreten değil, kullanan ülke oldu. Güney Kore gibi ülkeler eğitim ve Ar-Ge’ye verdikleri önem sayesinde teknoloji üretmeyi başarabildi ve kendilerini bir üst sıraya taşıyarak gelişmiş ülkeler ligine dahil olabildiler. Biz ise hep ikinci halkada yer aldık. Einstein’den feyz alarak bu kez farklı davranalım diyorum. Bilim ve beceriye dayalı bir eğitim modeli uygulayalım. Liyakat esaslı atamalar yapalım. Kamuda ve özel sektörde Ar-Ge’ye ayrılan kaynakları artıralım. Genç beyinler için ülkemizi cazip hale getirelim. Genç girişimcileri destekleyelim. Kurum içi girişimciliği özendirelim. Kadınların iş gücüne katılımını mutlaka artıralım ve kadınların hayatın her alanına erkeklerle eşit düzeyde ve biçimde katılımının önünü açalım. Özetle, teknoloji üreten, yeni teknolojileri kullanarak geliştirdiği katma değerli ürün ve hizmetleri dünyaya satabilen bir ülke olalım. Dördüncü sırada ise üretim yapısındaki değişim, yani verimli ekonomi var. Yukarıda bahsettiğim tüm faktörler ekonomik performansımızı etkiliyor.
Dünyaya katma değerli ürün ve hizmet satamayan ülkeler ekonomik gücünü ve dayanıklılığını artıramaz. Yüzyılın açmazı “Cari açık ve enflasyon” sorununu ancak verimliliği yüksek, rekabetçi, ihracat odaklı bir ekonomi yaratarak çözeriz. Değerli konuklar, Ekonomi yönetiminde geçtiğimiz Haziran ayında Sayın Bakanımızın göreve gelişiyle birlikte meydana gelen değişiklikten sonra makroekonomik istikrar doğrultusunda önemli bir mesafe aldık. Hep belirttiğimiz gibi enflasyon en önemli ekonomik ve sosyal yıkım yaratan sorun. Bu konuda yapılmış olan tüm uyarılara rağmen rasyonel temelin dışına çıkan politikalar yüksek enflasyon olarak ağır bir bedel yarattı. Yüksek enflasyon halkın satın alma gücünü düşürdü, gelir adaletsizliğini artırdı ayrıca, piyasa ahlakını zedeledi. Hem enflasyonla kararlılıkla mücadele edilmesi hem de bu hasarların telafi edilmesi gerekiyor. Ekonomik sıkılaştırma şart; ancak uygulanan politikaların sosyal boyutu da önemli, fatura düşük gelir düzeyi olanlara çıkmamalı. Ücret düzeyleri ile ilgili önemli bir tespit yapabiliriz. Bir ülkede işverenler ücretlerin yüksekliğinden, çalışanlar da ücretlerin yetersiz olduğundan şikayetçi ise o ülkede verimlilik sorunu var demektir. Biliyoruz ki verimliliği dolayısı ile karlılığı yüksek şirketler çalışanların ücretlerini yükseltebilir ve çalışanını enflasyona ezdirmez. Verimliliği yüksek şirket sayısı arttıkça asgari ücretle çalışan sayısı azalır. Bu da sağlıklı bir gelişmedir. Türkiye ekonomisinin verimliliğe dayalı büyüme modeline geçmesi şarttır. Enflasyonu kalıcı olarak düşük seviyelere çekmenin uzun ve zor bir süreç olduğunu biliyoruz ve sürecin istikrarla yürütülmesinin önemini vurguluyoruz. Para politikası doğru bir zemine oturtulurken maliye politikasının da dezenflasyon sürecine destek vermesi gerekiyor. Kayıt dışı ekonomiyle mücadeleyi etkinleştirmeli, vergi denetim ve tahsilatını artırmalıyız. Vergi vermeyenlerden vergi almalıyız. Hiç şüphesiz, sıkı para ve maliye politikaları enflasyonu düşürmek için şart olsa da yeterli değil. Yapısal reformları da gündeme almak gerekiyor. Rekabetçi, kural bazlı, güvenilir, öngörülebilir bir ekonomi yaratmak konusunda ihtiyaç duyduğumuz yapısal reform gündemi için AB ile Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi çok önemli bir çıpa işlevi görecektir. Gümrük Birliğinin yeşil ve dijital dönüşüm politikalarını içerecek şekilde modernizasyonu, Türkiye ile AB arasında mevzuat yakınsamasını beraberinde getirecek ve Türkiye’nin rekabet gücünü artıracaktır."
TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras konuşmasının son bölümünde şunları dile getirdi: "Değerli konuklar, Önemli bir kavşaktayız. Doğru zamanda doğru kararları vermek zorundayız. Dünyada odaklanmamız gereken çok boyutlu bir değişim yaşanıyor. Bu değişimi kaçırmamalıyız. Siyasi çatışmalarla vakit ve enerji kaybetmemeliyiz. Hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını sağlamış, bilime ve beceriye odaklı eğitimi benimsemiş, yenilikçi teknolojiyi esas alan, verimliliği yüksek, rekabet avantajı olan, yüksek katma değer yaratan, dünyaya mal ve hizmet satabilen, Avrupa ile gümrük birliğini güncellemiş, AB ilişkileri entegrasyon perspektifiyle ilerleyen, vatandaşlarının ve tüm dünyanın güvendiği bir ülke yaratabiliriz. TÜSİAD olarak güçlü ve dayanıklı Türkiye’yi bu politikalarla yaratabileceğimizi düşünüyoruz. Ön yargılarımızı bir kenara bırakalım. Politikalarımızı değiştirelim. Ve el birliği ile ülkemizi layık olduğu yere taşıyalım. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum."
Türkiye Enflasyonla Mücadele Konusunda Tecrübeli Bir Ülke
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan'da konuşmasına şu şekilde başladı: " Sayın Bakanım, Sayın Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı, TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri, Değerli Konuklar, Değerli Basın Mensupları, Hepiniz hoş geldiniz. Sizi TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Son yılların arka arkaya gelen zor gündemi, hepimizi yormuş, moralimizi bozmuştu. Pandemi, savaşlar, depremler, gibi felaketler arka arkaya gelmişti. Ekonomide de, çok zor bir dönem geçirmiştik. Siyasi kamplaşma ve gerilimler geçirmiş olduğumuz seçimlere damgasını vurmuştu. Yeni normallerimiz bunlar olmuştu. Oysa, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu durum bize hiç yakışmazdı. Nihayet bu günleri geride bırakma ihtimali belirdi. Tabi ki temkinliyiz, tabi ki adımlarımızı atarken kılı kırk yarıyoruz, her ihtimali ölçüp biçiyoruz. Hepimiz iş dünyasının içindeyiz. TÜSİAD üyelerinin temsil ettiği şirketlerin, ekonomik, finansal ve ticari alanlarda dünya ile yakın işbirlikleri mevcut. Bu şirketler, yaptıkları ihracat, yarattıkları katma değer, istihdam ettikleri insan kaynakları, ödedikleri vergi itibariyle, Türkiye ekonomisinde önemli bir ağırlığa sahip. Ekonomiyi doğrudan, ya da dolaylı olarak etkileyen her konu bu nedenle TÜSİAD’ın ilgi alanına giriyor. Türkiye enflasyonla mücadele konusunda, çok tecrübeli bir ülke. Çünkü çok uzun bir enflasyonist geçmişi var. Yıllık enflasyon 1990’lar boyunca % 60’ın altında inmemişti. Ama 2002 yılının başında %70’lerde olan enflasyonu yıl sonunda %30’un altına geriletebildik. Enflasyon bir yıl sonra %20’nin, bir sonraki yıl ise, %10’un altına indi. 2011 yılında %4’ün bile altına indiğini görmüştük. Fakat 2016 sonrası dönemde uyguladığımız hatalı politikalar sonucunda, enflasyon performansı kötüleşti. Bu olumsuz süreç, 2021 sonrası dönemde daha da hız kazandı. Son bir yıldır yeniden doğru para politikasına dönmüş olmamızı çok önemsiyoruz. Enflasyonu yıl sonunda %40’ın altına çekebilmeyi umuyoruz. Enflasyonu, arzu ettiğimiz noktalara düşürene kadar, kararlılıkla bu sürece devam etmeliyiz. Dış kırılganlıklarımız ise, takip ettiğimiz bir diğer önemli konu. Cari açık yıllardır mücadele ettiğimiz bir süreç. Bu sene bu oranın %2.5’lara kadar gerileme ihtimali umut veriyor. Yine de düşük cari açık rakamlarını sürdürebilmemiz için, yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Fakat bunun ötesinde en önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen ve TÜSİAD olarak son yıllarda özellikle altını çizdiğimiz, zayıf Merkez Bankası döviz rezervlerinin, son dönemde yeniden güçlü seviyelere geliyor olması, çok memnuniyet verici. En önemli dış kırılganlıklarımızdan birini geride bırakıyoruz. Yılın geri kalanında da rezervlerdeki bu olumlu performansın devam edeceği inancındayız. 2001 yılında merkezi bütçe açığının GSYH’ya oranı %11.9 idi. 2005’te bu oranı %1’e indirdik. Bu, 2000’li yıllardaki ekonomik istikrar hikayemizin müthiş bir ayağını oluşturur. İzleyen yıllarda da olağanüstü koşullar haricinde %1’ler seviyesinde tutabildik. Bu sene OVP’ye göre %6.4 tahmin ediliyor. Maliye politikasında son dönemde attığımız ve atmayı planladığımız adımlarla, gerçekleşmenin, bunun çok daha altında olma ihtimali var. 2025 yılı hedefi ise %3.4. Ve tabii kişi başı milli gelir rakamları. 2013’te kişi başı milli gelir 12,582 dolardı. Sonra geriledi. Son 10 yılda fakirleştik. 2023 sonunda yeniden 13,000 dolar seviyesine geldik. Biliyoruz ki geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, bugün çok farklı bir tabloyu konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, hiç sorunsuz finanse edilebilen bir cari açık ve stabil TL, çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böylesine bozulmuş olacaktı, ne emeklinin satın alma gücü bu kadar düşmüş, ne de gençler geleceklerini yurtdışında arar hale gelmiş olacaktı. Vakit kaybettik. Vakit kaybetmenin bedeli ağır oldu. Şimdi ise yeniden doğru adımlar atmaya başladık. Öte yandan, vakit kaybettiğimiz bu süreç, bize, sıkı sıkıya sarılmamız gerekenleri de tekrar hatırlattı: Kurumlarımızın bağımsızlığını korumanın, Hukukun üstünlüğüne gölge düşürmemenin, Yönetişim kalitemizin gerilemesine rıza göstermemenin, Özgürlüklerden, çoğulculuktan ödün vermemenin ve Genel kabul görmüş, veriyle doğrulanmış politikalardan uzaklaşmamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bütün bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak bugün çok daha iyi bir yerde olmamız mümkündü. Şimdi ise geçmişten ders çıkartıp geleceğe bakalım…"
Turan'dan Değişim Vurgusu
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan'da konuşmasının ilerleyen bölümünde değişime vurgu yaptı: "Yüksek İstişare Konseyi Başkanımız Sayın Ömer Aras, dünyada hüküm sürmekte olan değişimlere işaret etti ve bu değişimleri kaçırmamamız gerektiğini söyledi. Kaybettiğimiz vakti geri kazanabilmemiz mümkün. Bunun için öncelikle enerjimizi tüketen kısır çekişmeleri bir kenara bırakmak gerekiyor. Kamplaşmanın, kutuplaşmanın kimseye faydası olmuyor. Siyasette normalleşme adımları hepimizi umutlandırıyor. Zamanımızı ve enerjimizi neyi, hangi önceliklendirme ile nasıl yapmalıyız sorularına ayıralım. Ülkemizi ileri götürmek için tüm fikirlere açık olalım, özgürce tartışalım. Ama siyasette de, ekonomide olduğu gibi bir zamanlar sahip olduğumuz ve sonradan yitirdiğimiz standartları geri kazanmaya çalıştığımızı da unutmayalım. Bunun için, siyasetçiler arasında, toplumda, hatta iş dünyasında bile yaygın olan bazı temelsiz kabulleri artık geride bırakıp, yerine veriye ve bilime dayalı politikaları uygulayalım. İzninizle birkaç örnek vereyim:
Listeyi daha da uzatmak mümkün. Ama önümüzdeki yılları esas belirleyecek olan yeşil ve dijital dönüşüm konusunda da doğru adım atılmasını zorlaştıran tereddütler var. İklim değişikliği ile mücadele ve çevreye duyarlı bir ekonomik büyüme modeli Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmaz. TÜSİAD olarak biz yeşil ve dijital dönüşümü iş dünyamız için bir risk ve maliyet kalemi olarak görmüyoruz. Tam tersine, Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmesi için, bu politikaları benimsemesi gerekiyor. Çünkü birçok ülke kendi ekonomisini bu doğrultuda dönüştürüyor. Dijital dönüşüm Türkiye için bir lüks, uyulması neredeyse imkânsız bir fantezi değildir. Her teknoloji devriminde olduğu gibi, teknolojiye ayak uyduramayanlar silinir gider. Bu bireyler için de, firmalar için de, ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’nin dijital dönüşümü kaçırma lüksü yoktur. Geçtiğimiz aylarda yurtiçinde ve yurt dışında bir dizi temaslarımız oldu. Bu temaslarda ülkemizin ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu, bir kez daha görme fırsatı buldum. Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz. Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz. Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan “Kamuda tasarruf ve verimlilik paketi”ni kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz. Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz. Bu çerçevede, gündemdeki vergi düzenlemeleri vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı ve hukuka güvenin korunduğu etkin bir vergi sistemine ulaşma amacına hizmet etmelidir. Bunun için düzenlemelerin vergi tabanını genişletmeyi hedeflemesini, adil, öngörülebilir ve uluslararası standartlara uygun olmasını gerekli görüyoruz. Ayrıca düzenlemelerin istişare ile, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş ve değerlendirilmeleri alınarak hazırlanmasının, son derece önemli olduğuna inanıyoruz. Bu alanlarda kapsamlı adımlar atılmaksızın, sadece vergi yükünün önemli bir kısmını yüklenen “kayıtlı mükellef grubu” üzerindeki vergi yükünü daha da arttıracak düzenlemelerle yetinilmesinin, bu sürecin başarısını gölgeleyeceğini düşünüyoruz. Vergi düzenlemelerinin amaçlarına ulaşması için kayıt dışı ile mücadelenin sıkılaştırılması gerektiğine inanıyoruz.Makroekonomik istikrarın ve öngörülebilirliğin sağlanması ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için, diğer reform alanlarında da, adım atılması gerekiyor. Bu çerçevede; hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesinin sağlanması, düzenleyici kurumların özerkliği, çoğulcu demokrasi, ifade özgürlüğü, eğitim reformu, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji ve yenilikçilik gibi başlıklarla güçlendirilmesini önemsiyoruz. Çünkü, kalkınma, ekonomik yapıdaki dönüşüm, bireysel ve bölgesel gelir adaletinin iyileştirilmesi, salt ekonomi politikalarının dışına taşan bir çerçeve gerektiriyor."
Eğitimde Tarikat Etkisine Eleştiri
"Eğitim, TÜSİAD’ın kuruluşundan bu yana en çok üzerinde durduğu alanlardan birisidir. Bu konu derneğimizin kuruluş tüzüğünde de yer bulmuştur." diyen Turan konuşmasının son bölümünde şunlara vurgu yaptı: "Bu konuda rahmetli Feyyaz Berker’in, rahmetli Abdi İpekçi ile 1971 yılında yapmış olduğu röportajı hatırlayalım. Sayın Berker bu röportajda şöyle diyordu: Eğitim davası memleketimizin en başta gelen davasıdır. Öğretim ve Eğitim sistemimizin herkese okumada fırsat eşitliğini ve imkanını temin edecek şekilde fakat memleket gerçekleri ve ihtiyaçlarına uygun olarak reorganizasyonu zorunludur. Gençlerimiz Atatürk ilkelerinin sarsılmaz inancı ve sevgisine dayanan bir çalışma içinde olmalıdırlar. Sanayi de muhtaç olduğu teknik ve idari elemanları yetiştirmek sorumluluğunu taşımaktadır. Sanayi Sektörü olarak dünyanın süratle değişen şartlarına uymak mecburiyetindeyiz. O halde sanayide eğitim, prodüktivite kadar önemli bir faktördür. Eğitimin önemini 50 yıldan beri vurgulayan bir kuruluş olarak, müfredatta yakın zamanında yapılmış olan değişiklik hepimizin dikkatini çekti. Bu değişiklik toplumda da önemli tepkilere yol açtı. Daha önce de dile getirmiş olduğumuz gibi, Cumhuriyet değerlerine, bilimselliğe ve çağdaş eğitim normlarına uygunluk konusundaki eleştiriler giderilmeden uygulamaya alınacak bir müfredatın, çocuklarımızın geleceğine ve kalkınma hedeflerimize katkı sağlamayacağına inanıyoruz. Toplumun tümünü ilgilendiren eğitim konusunda, müfredattan öğretmene kadar her alanda düzenlemeler yapılırken, tarafların desteğini alarak, katılımcı şekilde planlama yapılmalı. Unutmayalım ki ülkemizin rekabet gücü ve refah düzeyinin artmasının arkasında şüphesiz insan kaynaklarınızın sanayileşmeye, sürdürülebilir kalkınmaya ve büyümeye elverişli olarak yetişmeleri zorunluluğu var. Ürün ve pazar rekabeti dediğimiz zaman özünde ülkeler arası bir eğitim rekabeti, insan kaynakları için rekabet var. İnsanınızı rakip ülkelerden daha iyi eğitmez iseniz, gençlerinize ve ailelerine umutlu bir gelecek sağlayamazsınız, dışa açık piyasa ekonomisinin nimetlerinden de faydalanamazsınız. Dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de dünyada ilk 10’a girmeli. Oysa PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin okuma, matematik ve fen bilimlerindeki sıralaması 36, 39 ve 34. sıralarda. TÜSİAD Yönetim Kurulu olarak, bu dönem yoğunlaştığımız başlıklardan birisi de, kadınların yönetimdeki rolünün güçlendirilmesi. TÜSİAD olarak yönetimde kadın oranının artırılmasını ivmelendirmek amacıyla, kendi üyelerimizden başlayarak iş dünyasını harekete geçirmek üzere bir çağrıda bulunduk. Bu çağrımıza çok olumlu bir cevap aldık. Üyelerimizin artan şekilde bu çağrımıza destek olmasını ve daha fazla kadını şirketlerimizin yönetim kademelerinde görmeyi bekliyoruz. Kadının rolünü sadece aile içinde tanımlamıyoruz. Kadınlar ve erkekler hayatın her alanında eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olmalı. Bunu hayata geçirebilmek için kadın haklarını her boyutu ile gündemimizde bulunduruyoruz. Toplumsal gelişmenin düz bir çizgide hareket etmediğini, zikzaklarla ilerlediğini biliyoruz. Bir yandan son yerel seçimlerde, kadın belediye başkanları sayısında dikkati çekecek bir artış oldu. Bunu memnuniyetle karşıladık.Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kadına yönelik şiddetin önlenmesine hizmet etmedi. Ayrıca 9. Yargı Paketi taslağında “Kadının soyadı” düzenlemesinin, kadınların toplumsal konumunun güçlendirilmesi hedefi ile uyumlu olmadığını düşünüyoruz. Türk Ceza Kanunu’na eklenmesi önerilen, etki casusluğu gibi muğlak ve güveni azaltıcı özellikler taşıyan düzenlemelerin paketten çıkartılması olumlu olsa da, gündeme gelen her bir mevzuat değişikliğinin algı ve beklentiler üzerinde önemli bir etki yarattığını gözlemliyoruz. Sonradan değiştirilse ve yasalaşmasa bile, bu tür düzenlemelerin gündeme getirilmesinin güven ortamının iyileştirilmesi ve normalleşme beklentilerine hizmet etmediğini düşünüyoruz. Konuşmamım başında da söylediğim gibi, zor bir dönemden çıktık. Konjonktürün geçmişe oranla daha elverişli olacağı bir döneme giriyoruz. Her ne kadar kapsamı, derinliği, hızı itibariyle tartışmaya açık olsa da, geçmişe oranla daha umutlu bir yerdeyiz. Türkiye’de demokratikleşme ve kalkınma mücadelesini çok uzun bir koşu olarak görüyoruz. Ama bizler bu koşunun 100 metresi için burada değiliz. Bunun bir maraton olduğunu biliyoruz. Hızımızı bazen düşüreceğiz; bazen artıracağız. Ama sonunda hedefimize varacağız! Bu inançla sözlerime son verirken hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum."
Şimşek Patronlara Umut Vermeye Çalıştı
Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, TÜSİAD YİK toplantısında konuştu. Şimşek, "Yapısal reformlar kalıcı hale gelmeli. Yarın açıklanacak veri ile cari açığın milli gelire oranı %2,5'in altına düşmüş olacak. Kur riskini azalttık, borçlanmanın vadesini artırdık" dedi. Bakan Şimşek'in konuşmasından öne çıkanlar şöyle: Mali disiplinde bir sorun yok. Yapısal reformlar kalıcı hale gelmeli. Yarın açıklanacak veri ile cari açığın milli gelire oranı yüzde 2,5'in altına düşmüş olacak. Kur riskini azalttık. Kur riskini azalttık, borçlanmanın vadesini artırdık. Kamunun bilançosunu tekrar güçlü bir şekilde konumlandıracağız. Bankalarla swapı neredeyse kapattık. Swap hariç net rezerv 18 milyar doların üzerine çıkmış durumda. Risk priminde dramatik bir düşüş yaşandı.Türkiye'nin istikrar ve reform programı ile birlikte risk priminde dramatik bir düşüş yaşanmıştır. Son 1 yılda risk priminde daralma 450 puan civarında, benzer ülkelere göre risk priminde muazzam iyileşme var. Temmuzda KKM'den çıkış daha hızlanacak. KKM 60 milyar doların altına indi, Temmuzda KKM'den çıkış çok daha hızlanacak. Türkiye'nin makul maliyetlerle dış kaynağa erişiminde sorun, önemli ölçüde ortadan kalktı. Türkiye'nin dış kaynağa erişiminde sorun öneli ölçüde ortadan kalktı. 2017 sonrasında bankalarımızın uzun vadeli kaynağa erişimi dramatik şekilde arttı. Rezervlerdeki artış sıcak para değil. Rezervlerdeki artış sıcak para değil, vatandaşların ve şirketlerin dövizden TL'ye geçmesi. En zoru geride kaldı. Enflasyonda en zoru geride kaldı. Para politikasının yeniden inşa edilmesi zaman alıyor. Dezenflasyon döneminin başındayız. En zoru geride bıraktık, program çalışıyor, başaracağız. Temmuzda enflasyon yüzde 60'a inebilir. Gelecek ay enflasyon yüksek ihtimalle yüzde 60 civarına inebilir, yıl sonunda enflasyonda yüzde 42'ye kadar toleransımız var. Sürdürülebilir büyüme için fiyat istikrarı gerekli .Programın yükü herkes tarafından adil bir şekilde paylaşılmalı. Sürdürülebilir yüksek büyüme için fiyat istikrarı lazım. Kamuda bazı program ve birimleri kapatacağız.Kamuda harcama disiplinini önemsiyor, bütün harcamaları gözden geçiriyoruz, bazı program ve birimleri kapatacağız. Reformlar sayesinde milli gelirimiz çok daha güçlü şekilde artacaktır."
World Media Group (WMG) Haber Servisi