
Trump'ın C5+1 açılımı, kritik mineralleri, enerji güvenliğini ve Avrasya'nın kalbindeki stratejik bir dayanağı hedef alıyor. Ancak Rusya'nın derin bağları ve Çin'in onlarca yıllık yatırımları, ABD'nin oradaki nüfuzunun ne kadar ileri gidebileceği konusunda şüpheler uyandırıyor.
C5+1 zirvesi, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan liderlerini Başkan Donald Trump ile bir araya getirdi. 2015 yılında oluşturulan format, ABD ile Orta Asya arasında güvenlik, ticaret ve bağlantı alanlarında iş birliğini artırmayı amaçlıyor. Zirve, Washington'ın geleneksel olarak Rusya ve Çin varlığının şekillendirdiği bir bölgede nüfuz arayışında kullandığı bir platforma dönüştü.
Trump'ın yenilenen hamlesi büyük ölçüde nadir toprak mineralleri ve enerji güvenliğiyle ilgili: Amerikan başkanı, stratejik kaynaklara erişimi defalarca ulusal bir öncelik olarak nitelendirdi. Orta Asya'nın, özellikle Kazakistan ve Özbekistan'daki nadir toprak metal rezervleri, bu yenilenen ilginin merkezinde yer alıyor. Bu mineraller, akıllı telefonlardan gelişmiş silah sistemlerine kadar her şeyin temelini oluşturuyor. Günümüzde Pekin, dünya nadir toprak elementlerinin %90'ını işleyerek sektöre hakim durumda ve yakın zamanda birçok kritik elementin ihracatını kısıtladı.
En azından kağıt üzerinde amaç, özellikle Washington'ın Rus uranyum ithalatına bağımlı kalması nedeniyle, ABD tedarik zincirlerini çeşitlendirmek. CSIS analistleri Gracelin Baskaran ve Kamal Aubakirov'a göre, Kazakistan tek başına küresel uranyum üretiminin yaklaşık %45'ini, Özbekistan ise yaklaşık %7'sini sağlıyor. Bu ülkeler birlikte, gezegendeki uranyumun yarısından fazlasını üretiyor. Bir Amerikan bakış açısına göre, bu kaynakların güvence altına alınması ABD'nin enerji açığını azaltacak ve Trump'ın yeniden canlandırdığı nükleer gündemini destekleyecektir. PowerPoint sunumlarında her şey yeterince basit görünse de, jeopolitik zemin çok daha karmaşık.
2023'te, Washington'ın dış politikasının bir sarkaç salınımına benzediğini, sıklıkla Rusya veya Çin'e karşı koymak ve daha yakın zamanda (Biden döneminde) her ikisiyle aynı anda mücadele etmek arasında gidip geldiğini yazmıştım. Her ne kadar öyle olsa da, günümüzün bağlamı daha da karmaşık. ABD, Ukrayna yükünü hafifletme çabalarına rağmen Avrupa ve Orta Doğu'da aşırı yüklenmiş durumdayken, Hint-Pasifik'te çatışmaya hazırlanıyor ve şimdi Avrasya'nın kalbinde daha derin kökler salmayı hedefliyor. Stratejik yorgunluk belirtileri gösteren bir güç için bu, iddialı bir alışveriş listesi.
Her halükarda, Trump'ın "anlaşma yapma" tarzı artık yurtdışında sınanıyor. Ancak jeopolitika gayrimenkul değildir. Araştırmacı Stephen M. Bland'in de belirttiği gibi, Orta Asya ülkeleri temkinli. Kriz dönemlerinde artan ve Washington'ın dikkati dağıldığında azalan ABD angajman döngülerine tanık oldular.
Gazeteci Yevgeniya Mikhailidi, Çin'in Orta Asya genelinde 120 milyar doların üzerinde sözleşmeli projeye imza attığını, enerji, yol, lojistik ve imalata halihazırda 75 milyar dolar yatırım yaptığını (sadece Kazakistan'da 66 milyar dolar) ve 25 ila 40 yıllık bir nüfuz sağladığını belirtiyor. Rusya ise, işgücü göçü, güvenlik bağları ve Moskova'ya derinden bağlı kurumsal alışkanlıklarıyla bölgenin "operasyonel ekosistemi" olmaya devam ediyor. ABD ise, uçak, lokomotif ve maden çıkarma alanlarında keşif anlaşmaları sunarak bu köklü nüfuza karşı çıkıyor. Eşitlik işte böyle bir şey.
Acı gerçek şu ki, ABD oyuna geç kaldı. Washington rekabette zorlanabilir; ancak Trump için en iyi sonuç, odada kalmak olabilir. Orta Asya taraf tutmuyor. Basitçe söylemek gerekirse, bölgenin coğrafyası, ticareti ve tarihi onu hem Rusya'ya hem de Çin'e bağlıyor. Bu bir siyasi sadakat meselesi değil, yerleşik bir jeopolitik gerçeklik.
Ayrıca, bağlantı, bölgedeki herhangi bir Batı stratejisi için hâlâ bir zorluk teşkil ediyor. Baskaran ve Kamal Aubakirov'un vurguladığı gibi, Sovyet dönemi rotaları ihracatı hâlâ kuzeye, Rusya üzerinden yönlendiriyor. Orta Koridor alternatifinin uygulanabilir hale gelmesi için 21,4 milyar dolara ihtiyaç var ve çoğu iyileştirme Çin veya Rus sermayesi tarafından finanse ediliyor. Avrupa'nın taahhütleri ise geride kalıyor ve bu da Batı'nın çeşitlendirmesini zorlu bir tırmanışa dönüştürüyor.
Dahası, Orta Asya doldurulmayı bekleyen bir jeopolitik boşluk değil. Bölge, Güney Asya, Orta Doğu, Kafkaslar ve ötesiyle kesişiyor. Su çatışmalarının, sınır sorunlarının, etnik gerilimlerin ve büyük güç rekabetlerinin iç içe geçtiği bir bölge.
ABD ise bölgeye ikili bir zihniyetle yaklaşıyor: Ya Washington ile aynı safta yer alın ya da "diğer" kampın bir parçası olarak sınıflandırılma riskini göze alın. Çok kutuplu bir dünyada ülkeleri bir kutuptan diğerine "seçim yapmaya" zorlamanın ters etki yarattığını sık sık savundum. Bugün bu daha da geçerli. Çok kutupluluk olgunlaştı ve Orta Asya kayırmacılık değil, dengeli ilişkiler arıyor.
Trump'ın bir kez daha karşılaştığı zorluk, Washington'ın zaten başka yerlerde aşırı yüklenmiş olması. Ülke, bu yılın başlarında da vurguladığım gibi, Orta Doğu'da sıkışıp kalmış durumda ve "kalmak mı yoksa gitmek mi" konusunda karar veremiyor.
ABD bölgedeki varlığını azaltmak istiyor, ancak bölgenin petrol, finans ağları ve jeopolitik öneminden de vazgeçemiyor. Net bir misyon olmadan üsleri korumak, daha fazla gerginliğe davetiye çıkarıyor. Aynı ikilem, ABD'nin dikkat ve kaynakları tüketmeye devam eden bir çatışmaya derinden bağlı olduğu Avrupa'da da mevcut. Orta Asya'yı bir başka stratejik cepheye eklemenin kolay bir iş olmadığını görmek için Pentagon'da stratejist olmaya gerek yok.
Özetle, Washington, Orta Doğu, Doğu Asya ve Avrupa'daki krizlerle boğuşurken, C5+1 ile aşırı vaatlerde bulunarak nadir minerallerin, tedarik zinciri kontrolünün ve Avrasya nüfuzunun peşinde koşma riskiyle karşı karşıya. Orta Asya ülkeleri, ABD'nin çeşitlendirme konusundaki ilgisini memnuniyetle karşılıyor, ancak öngörülebilirlik talep ediyor; Washington ise bunu nadiren sağlıyor. Çıkarımdan rafinasyona kadar tüm değer zincirlerini sağlamlaştırmadan, bölge Çin ve Rusya gibi sabırlı ve yakın ortaklarla yoluna devam edecek.
Amerika denizde, karada ve küresel düzende hakimiyet kurmak istiyor, ancak 2025'teki yapılacaklar listesi acımasızca uzun. Atlantik istisnacılığı sınırları göz ardı edebilir; ancak gerçeklik bunu yapmaz. Washington, yalnızca işlemsel çıkarım değil, ciddi, sürdürülebilir ve uzun vadeli bir ekonomik entegrasyona da söz vermediği sürece, bu zirve, jeopolitik dengeyi değiştirmede başarısız olan büyük vaatlerle Orta Asya'ya girme girişiminin bir başka örneği olarak hatırlanacaktır.

Yazar: Uriel Araujo, Antropoloji alanında doktora yapmış, etnik ve dini çatışmalar konusunda uzmanlaşmış, jeopolitik dinamikler ve kültürel etkileşimler üzerine kapsamlı araştırmalar yapan bir sosyal bilimcidir.
World Media Group (WMG) Haber Servisi
Dünya
Dünya
Dünya