Uluslaşma süreci, bir topluluğun ortak kimlik, dil, kültür ve tarih temelinde bir ulus haline gelmesini ifade ederken, devletleşme süreci ise siyasi olarak merkezi bir otoritenin kurulmasını ve egemen bir devletin oluşmasını kapsar. Modernizm çağında geç uluslaşan ülkeler devletleşebilir; ancak bu süreç genellikle karmaşık ve zorludur.
Tarihsel Örneklere göz attığımızda; Almanya ve İtalya, 19. yüzyılda geç uluslaşan ve devletleşen ülkeler arasında yer alır. Aynı şekilde, bazı post-kolonyal ülkeler (örneğin, 20. yüzyılda bağımsızlık kazanan Afrika ülkeleri) de devletleşme süreçlerini tamamlamaya çalışmışlardır. 1960'larda; Afrika'da, Asya'da ve Amerika'da uluslaşma ve devletleşme süreçlerini tamamlayan ülkeler vardır.
Modernite ve ulus devlet kavramları arasındaki ilişki ve geç uluslaşan ülkelerin modernist, üniter - ulus – devletler olarak ortaya çıkışı da bu tarih itibariyle zayıflamaya başlamıştır.
1960'larda Mc Luhan'ın "küresel köy" kavramını ortaya attığı tarihten günümüze ise; modern anlamda ulus-devlet kavramı aşınmaya uğramış ve geç uluslaşan toplulukların mücadelesi "tam bağımsızlık"tan uzaklaşarak farklı boyutlara evrilmiştir.
Geç uluslaşan ülkelerde etnik, dini veya kültürel çeşitliliğin fazla olması ve bu durumun merkezi bir ulus-devlet yapısının oluşturulmasını zorlaştırması siyasi istikrarsızlığa yol açmaktadır. Geç uluslaşan ülkelerin devletleşebilmesi için güçlü bir merkezi yönetim, ekonomik kalkınma, eğitim reformları ve ulusal kimlik inşası gibi faktörler kritik rol oynar. Sonuç olarak, geç uluslaşan ülkeler devletleşebilir, ancak bu süreç daha fazla iç ve dış dinamiklere bağlıdır. Özellikle küreselleşme çağında, bazı geç uluslaşan toplumlar klasik ulus-devlet modeli yerine daha çok çok - etnili veya federatif yönetim modellerine yönelmektedir.
Öcalan'ın özellikle son yıllardaki yazılarında ve savunmalarında postmodernizm, demokratik konfederalizm ve ekolojik toplum gibi kavramlara yer verdiği görülmektedir. Michel Foucault, Immanuel Wallerstein ve Murray Bookchin gibi düşünürlerden etkilenerek; devlet, iktidar, modernite ve ulus-devlet eleştirileri yapan Öcalan'ın geldiği son nokta postmodernizm ve küresel – sosyal ve siyasal emperyalizmin kültürel taşıyıcılığıdır.
Abdullah Öcalan'ın bu güne kadar geçen elli yıllık süreçte Türkiye ve bu coğrafyada yaşayan tüm insanları "kürtleri inkar" etmekle suçlarken; geldiği son noktada, modernitenin ortaya çıkardığı ulus devletleri şiddetle eleştiriken postmodern fikirleri yüceltmesi "kendi geç uluslaşmasını da inkar etme" anlamına gelmektedir.
Öcalan yarım asırdır yaşadığımız coğrafyada; sol, ilerici, devrimci güçlere en büyük zararı veren siyasal duruşun adıdır. Geldiği son noktada Türkiye'nin en gerici ve en ırkçı görünen partileri ile gerçekleştirdiği ittifak ile bu durumu pekiştirdi ve resmi bir hale getirdi.
World Media Group (WMG) Haber Servisi