AKP - MHP Meşruiyetini Yitirir

CHP kendisine yönelik bir yıldır süren asimetrik iktidar - yargı saldırılarına karşı hamle olarak yarın TBMM açılışında AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı karşılamama kararı aldı. Bu kararı toplumun büyük çoğunluğu tarafından desteklenirken; AKP - MHP kabinesinin ve AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Anamuhalefet ve Türkiye'nin hali hazırda birinci partisi tarafından karşılanmaması sebebiyle meşruiyet yitimi yaşayacağı tartışılmaya başlandı.

CHP, Meclis açılışına katılmayacak: Cumhurbaşkanını ne oturarak ne de ayakta karşılamayız. 

CHP, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılacağı Meclis açılış oturumuna katılmama kararı aldı. PM'de oy birliği ile alınan karar kapsamında CHP’nin oturuma katılmayacağı belirtildi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Parti Meclisi (PM), Özgür Özel başkanlığında yeni Merkez Yönetim Kurulu'nu (MYK) belirlemek için toplandı.

Olağanüstü Kurultay’ın ardından gerçekleştirilen ilk Parti Meclisi Toplantısı’nda CHP lideri Özgür Özel, mevcut MYK’yi korudu. Özel’in listesi, oy birliğiyle seçildi.

CHP, 1 Ekim’de gerçekleştirilecek TBMM Yasama Yılı açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı karşılamama kararı aldı.

Parti Meclisi’nde oy birliği ile alınan karar kapsamında CHP’nin oturuma katılmayacağı belirtildi.

Özgür Özel: 19 Mart sürecini başlatan saldırılardan sonra normalleşme bitti

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir programda, geçen sene yapılan seçimlerin ardından başlattıkları 'normalleşme' sürecinin 19 Mart itibarıyla bitirdiklerini ifade ederek, "Çünkü savaş ilan ettiler. Savaş ilan edilmiş birisi nasıl kendisini ülkesini savunacaksa parti mi öyle savunacağım dedim" dedi. Özel, ayrıca, partisinin Cumhurbaşkanı adayının İmamoğlu olduğunu yineledi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 19 Mart sürecini başlatan saldırılardan sonra normalleşmenin sona erdiğini ifade etti; partisinin Cumhurbaşkanı adayı hakkındaki soruya yanıt verdi.

Özel, TV100'de İsmail Küçükkaya'nın sunduğu Yenigün isimli programa konuk oldu ve gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Erken seçimle ilgili kendisine sorulan soruya yanıt veren Özel, "Ben seçimi 2 Kasım'da yapmak isterdim. Seçim kararını alsınlar 2026'nın baharına da razıyım. Bizim adayımız da var programımız da var. Ekrem İmamoğlu'nun adaylığı risk altında ama aday olabilir. Şu an için adayımız Ekrem İmamoğlu" diyerek partisinin kararını yineledi.

1 Ekim'de TBMM'nin açılışına katılmayacaklarına ilişkin karar hakkında konuşan Özel, "Ayağa kalksak geçen seneki gibi cumhurbaşkanı gibi karşılaşsak öyle olmadığı belli. Otursak dinlesek bize ne yaptığı belli. Bu sene yapılmayanı yapıyoruz cumhur Başkanı geldiğinde ne ayakta ne oturarak onu karşılamıyoruz. Çünkü bize karşı bir darbe girişiminde bulunmuştur. Milli iradenin tecelligahı o çatının altında bize geleceğin iktidar Partisi’ne ve bir sonraki cumhurbaşkanına Amerika’dan Trump‘tan icazetli darbe yapan da aynı çatının altında olmayacagiz. Ne ayakta ne oturarak. O meclis salonunda bulunduğu sırada orada olmayacagiz" dedi.

Özel'in konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:

"Meclis açılışında ne yapacaksınız?) Buradan öncelikle anlatayım. Meclis’te ayağa kalkıp kalkmama hikayesi, çok partili dönemin ilk polemiğidir. Şöyledir; Meclis’te önce Demokrat Parti muhalefette olduğu bir dönem var. Cumhuriyet Halk Partililer, İsmet Paşa gelince ayağa kalkarlar. Demokrat Partililer ayağa kalkmaz. Bizimkiler de kızar, Demokrat Partililere derler ki ‘Reisi Cumhur gelmiş ayağa kalkmıyorsunuz.’ Onlar da der ki ‘Milletin vekili kimsenin karşısında ayağa kalkmaz.’ Sonra seçimler olur, Demokrat Parti iktidar olur. Cumhuriyet Halk Partisi muhalefet olur. Cumhurbaşkanı değişir ve ‘Demokrat Partili Cumhurbaşkanı gelirken ne yapacak şimdi bunlar’ der. O dönemde Cumhuriyet Halk Partililer kendi tutarlılıkları ile ayağa kalkarlar ama alkışlamazlar Celal Bayar’ı. Demokrat Partililer de otururlar, ayağa kalkmazlar kendi tutarlılıkları içinde var gücüyle alkışlarlar. Ayağa kalkmazlar. Salonun yarısı ayakta alkışsız saygıda. Yarısı oturduğu yerden alkışlıyor. Bu Cumhuriyette çok partili rejimin ilk polemiklerinden bir tanesidir. O günden bugüne tartışma. Biz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, ben milletvekili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir partinin Genel Başkanı olmadığı dönemde salona girerken kalkardım. Alkışlamazdık, otururduk. Referandumdan sonra ‘Bir partinin genel başkanının karşısında ayağa kalkmayız’ dedik. Bunları da söyleyelim açık açık. Yerimizde oturduk. Birkaç kez ayağa kalkıldığı oldu ama hiç alkışlanmadı. Ama genelde oturarak karşılandı. Tabii partimizin, genel başkanımızın verdiği kararlar doğrultusunda."

“O ZAMAN MİLLETVEKİLLERİ MECLİS’TE YUMRUKLAŞMAZ”
Biz 47 yıl sonra, 31 Mart seçimlerinde birinci parti olunca ben takip eden bayram 8 Nisan günü Cumhurbaşkanından başlayarak, Sayın Erdoğan’dan, bütün siyasileri, DEM Parti’nin iki eş genel başkanı, sonra Sayın Bahçeli’yi ve bütün genel başkanları, 18 genel başkanı, bizim ilişki içinde olduğumuz, Meclis’te bulunmasa da örneğin Büyük Birlik Partisi dahil. Geçen dönem vardı, şimdi yok. Bütün siyasi partilerin genel başkanlarını ben bayramda aradım, ‘Bayramınız kutlu olsun’ dedim. Neden? Bana düşen birinci partinin genel başkanına düşerdi. O konuşmalar sırasında da ‘İnşallah müsait zamanınızda da siz de uygun görürseniz sizi de ziyaret etmek isterim’ dedim hepsine. Sayın Erdoğan’dan başlayarak bütün liderleri ziyaret ettim ben. Bana bunu sorduklarında da ‘Normali bu’ dedim. Normali bu şuradan geliyor; Normalleşme, diplomaside de önemli bir laf ama normali bu, buradan geliyor, Manisa’dan geliyor. Dedim ki ‘Biz bayram sabahı namazımızı kılıyoruz. Kabristana gidiyoruz. kimi görsek öpüyoruz. AK Partili, MHP’li ayırmıyoruz. Biz şehit cenazesinde birbirinin elini sıkmaya bir taziyeye, birbirimizin düğününe gidiyoruz’ dedim. ‘Manisa’nın Hacıaliler Köyünde CHP temsilcisi, AK Parti temsilcisi birbirinin düşmanı değilse en tepedekiler de olamaz’ dedim. O yüzden gelinir, gidilir dedim. Benim hayalimdeki o günler geri gelecek bir seçim sonra. Biz iktidar olduğumuzda gelecek. Benim hayalimdeki Türkiye şu; Sabah çıktım, arabaya bindim, misafirhaneden gidiyorum. Telefon elimde, aradım örneğim Müsavat Beyi. Bunu bugün de yaparız. Ya da Devlet Beyi. ‘Günaydınlar Genel Başkanım nasılsınız?’ AK Parti’nin Genel Başkanı, o gün kimse artık. ‘Nasılsınız Genel Başkanım, müsaitsen bugün kahveyi sende içeyim’ deyip, ‘Geç, MHP’de bir kahve içeceğiz’ demek, ‘Geç, AK Parti’de bir sabah kahvesini içeceğiz’ demek. Bunu yapsak bundan kimin zararı olur? Ne zararı olur, dünya kadar sorun kavgaya dönüşmeden o sabah kahvesinde, akşam üstü çayında halledilir zaten. Liderler bu diyaloğu gösterirlerse milletvekilleri Meclis’te yumruklaşmaz. Kahveye yansır, sokağa yansır, pazara yansır. Bugün öyle bir noktaya geldi ki memleket, inanılmaz bir kutuplaşma var. Bu gerginlik her yere yansıyor. Doğru işler değil bunlar.

“NORMALLEŞME DE O GÜNÜN DOĞRUSUYDU”
Biz İsmail Kahraman ile böyle kavgalıyken, neler neler yaptık. O çünkü çok yanlış işler yaptı, ben de neler yaptım onunla. Ama 15 Temmuz akşamı gittik, o günden sonra da bana darbeye birlikte direndik diye ‘Benim silah arkadaşım’ diyor. Bu işler yanlış işler değil. Bakın normalleşme de o günün doğrusuydu. Neden doğruydu? 47 yıl sonra birinci parti olmuşum, çıkmışım ben demişim ki millete, ‘Bu seçimi biz kazandık ama kaybedeni yok. Kimse CHP’ye oy verdiğinden pişman olmayacak, vermeyenleri pişman edeceğiz, keşke ben de oy verseydim diye.’ O günden sonra belediye başkanlarımıza demişiz ki ‘Lütfen milleti kucaklayın, kimseyi ayırmayın.’ Ben iki tane şeyden çok gurur duyuyorum 31 Martla ilgili. Bir tanesi o gece yaptığımız konuşmada dedik ki ‘Herkes bu konuşmadan sonra gürültü yapmadan, korna çalmadan, hele hele silah atmadan, havai fişek atmadan gitsin, sessizce yatsın, yarın sabah yereldeki iktidarımızın ilk günü.’ ‘Lütfen’ dedim ‘Süleyman Seba gibi olun.’ Süleyman Seba, şampiyonluk kutlayan takımına, takım zıplıyor, hopluyor, bağırıyor, çağırıyor ya. İçeri girmiş, sanıyorlar ki o da. ‘Durun be kardeşim ne yapıyorsunuz’ demiş. ‘Bu kadar sevinilir mi?’ Demişler, ‘Niye? Şampiyon olduk.’ ‘Yan odada sizin kadar şampiyonluğu hak edip kaybeden bir takım var’ demiş. Türkiye kupası filan herhalde. Böyle bir adam Süleyman Seba. Dedim ki orada hatırlatarak, ‘Süleyman Seba gibi sevinelim ama kimsenin üzüntüsü, kimsenin kaybı üzerinde tepinmeyelim. Çünkü biz onu çok yaşadık. Biz çok seçim kaybettik, bizim köydeki camımızın önünde sabaha kadar davul çaldı kazananlar. Siz çalmayın’ dedim. Sabaha kadar konvoy yaptılar, ‘Yapmayın’ dedim. ‘Uyuyan çocukları, hastaları düşünün, yarını düşünün’ dedik ve öyle başladık. İkinci sevindiğim şey de örgüte dair. Örgüte dair de şu; yıllarca biz sandık görevliliği yaptık, sandık görevlisi arkadaşlarımıza hep mesaj attık. Maalesef bizim partinin hep seçim akşamı sandık görevlilerine şöyle bir mesaj gider; Der ki ‘Kötü haberler alıyorsunuz, bilerek yapıyorlar, moralinizi bozmayın, sandıkları terk etmeyin, son ıslak imzalı tutanağı teslim edene kadar görev yerinden ayrılmayın.’ Bu, standart bir mesaj aslında, neredeyse hazırda bekliyor. 31 Mart seçimlerinde öncesinde zaten biz değişimi yaptık. Genç adaylar, kadın adaylar ve ölçme ve değerlendirme. Size söylüyorum. Hatta yayınınızda da söyledim: ‘Kütahya’da da sürpriz yapacağız’ dedim, ona kadar. ‘Manisa’yı alacağız, Denizli’yi, Kastamonu’yu, anketlerden görüyorum. Sahadan görüyorum.’ Son 15 gün anket yok ama iyice coştu. Manisa’da yüzde 38 ilk ölçüm. 41, 43, 45 ve 60 ile sonuçlandı.

“PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK VE KAZANMAK BÖYLE BİR ŞEY”
Türkiye’de çok partili dönem dahil, çok partili dönemde bir partinin kazandığı en büyük yerel seçim başarısıdır yüzde 65. Nüfusun yüzde 65’ine ulaşmak ve yüzde 38 oy oranı. Manisa’da tarihin yani tüm partilerin, tüm tarihin en büyük başarısı, en büyük fark. Öyle bir noktaya gelmişiz ki görüyoruz, hızla gidiyor ve gittiğim her yerde şey diyorlar, özellikle son 10 günde ‘vermeyeceğim’ diyenler de ‘vereceğim’ demeye başladı. Büyük bir moral var. 16.00’da, ‘yaz’ dedim bizim Gülen’e, o not aldı. ‘Bu SMS’i hazırlasınlar, ben deyince atacaklar’ dedim. Sandıkların açılmasına 10 dakika var. ‘Atın mesajı’ dedim. Mesaj şu, arada söylüyorum, çıkarıp gösteriyor bana. ‘Birazdan Türkiye’nin dört bir yanından çok güzel haberler alacaksınız. Sakın erken sevinerek, kutlamalara gitmek için sandıkları terk etmeyin. Son ıslak imzalı tutanağı teslim edene kadar görevinizin başında durun.’ O not aldı, bilgi işleme yollamıştı, ‘at’ deyince bütün Türkiye’deki sandık görevlilerine gitti. Psikolojik üstünlük böyle bir şey, özgüven böyle bir şey, kazanmak böyle bir şey. Şimdi sen sandık görevlisine sandıklar açılırken ‘Birazdan güzel haberler alacaksın’ diyebiliyorsan, o güzel haberler gelir zaten. Şimdi böyle bir atmosferde biz bütün partilere el uzattık. Erdoğan’a da el uzattık. Erdoğan’a gittiğimde de ona şunu söyledim. Ben ona ne koalisyon teklif ettim, ne işbirliği ne bilmem ne. Ama dedim ki ‘Bir, hasta tutuklu ve hükümlüler var.’ Cumhurbaşkanı yetkisinde olanlar var. Yargıya müdahale değil. Her şey bitmiş, 28 Şubat davasından paşalar. Başta ilk onları söyledim. Allah’ı var onu yaptı. Bunu da teslim edeyim. Gezi davasındaki arkadaşlarımızı söyledim, ‘Bunlara büyük haksızlıklar yapıldı’ dedim. Bunun üstüne emeklilerin büyük zorluğu, asgari ücretteki büyük sıkıntıyı, çiftçilerin yaşadığı sıkıntıları söyleyip ‘Bunlar için birlikte çalışalım’ dedim. Türkiye’de asgari ücret veren için çok yüksek, alan için çok düşük. Döviz kuru ihracatçı için çok düşük, vatandaş için çok yüksek. ‘Bunlara birlikte çalışalım’ dedim. Notlar aldı. ‘Bunlara siyaset üstü davranabiliriz, bu konularda doğru işleri, sekiz, dokuz başlığı beraber yaparsak. ’ Bunlardan biri de dış politikaydı, o Eurofighter’ı konuşacağız. ‘Bunları birlikte yapalım’ dedim, ‘Ana muhalefet partisiyiz. Geleceğin iktidar partisiyiz ama Türkiye’nin partisiyiz’ dedim iktidarda da olsak muhalefette de. Bu marjda, bu sınırlar içinde bir konuşmamız oldu. Sonra o bize geldi. Geldiğinde de bir Cumhurbaşkanı nasıl karşılanırsa öyle karşıladık. Nasıl uğurlanırsa öyle uğurladık. Bir tek şartım vardı. ‘Siz tarafsız olmanız gereken bir makamdasınız, bir partinin genel başkanısınız. Biz, anayasal olarak bunu doğru da bulmuyoruz. Ama bunun dışında siz adil davranırsanız, siz doğru davranırsanız biz ona göre davranacağız’ diye söyledim. Bu iş birkaç istisnası hariç geçen sene 1 Ekim’e kadar böyle gitti. 1 Ekim tarihinde Cumhurbaşkanı salona girecek. Arkadaşlarımızla konuştuk. Dedik ki ‘Cumhurbaşkanı ayakta karşılanır. Bu İsmet Paşa zamanından beri. Biz onu Cumhurbaşkanı gibi karşılayacağız, konuşmasını dinleyeceğiz. Cumhurbaşkanı gibi konuşursa ayakta uğurlayacağız.’ Geldi salona, girdi, ayağa kalktık. Oturduk. Konuşmayı dinledik. Konuşma tarafsız ve olması gereken bir Cumhurbaşkanı gibi değil partizanca bir konuşmaydı. O yüzden giderken ayağa kalkmadık. Çünkü bir Cumhurbaşkanı gibi konuşmadı. Biz aslında bunları yaparak onu da bir yere çekmeye çalışıyoruz demokratik zeminde. (Aynı zamanda bir partinin genel başkanı) Her şeyi berbat eden bu oldu zaten. Şimdi 1 Ekim’di bu. 2 Ekim günü atamasını yaptı, 9 Ekim günü göreve başladı Akın Gürlek. Bizim anayasamız şöyle bir şey söylüyor; ‘Bir hakim ya da savcı siyasete girerse, aday adayı bile olsa, adaylaşmak önemli değil, görev yerine dönemez.’ Çünkü artık siyasi tavrı belli. Nasıl adalet dağıtacak? Ama anayasada bakan yardımcılığı yazmıyor. Neden? Anayasa yazılırken bakan yardımcılığı yokmuş, müsteşarlık varmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan da diyor ki bakan yardımcılığını kurduğu gün, ‘Eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarları teknikti. Şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasi olacak. Teşkilatımla bakanlar arasında köprü olacak.’ Böyle de yanlış bir laf. Akın Gürlek böyle bir görevde. Bakan yardımcısı, Adalet Bakan Yardımcısı. (Aslında bakan yardımcıları teknokrat gibi) Olması lazım. Ama buradaki bakan yardımcısı artık siyasi. Parti üyesi oluyorlar, Adalet Bakanı bile geçtiğimiz günlerde, Bağcılar’daydı, İstanbul’da bir ilçede, AK Parti’nin ilçesinde basın toplantısı yapıyor. Doğru işler değil. Adalet dağıtılacak makam olarak baktığınızda, şahsına bir şey söylemek için söylemiyorum. Sistem yanlış. Akın Gürlek’i oraya atadı. Akın Gürlek, 9 Ekim günü göreve başladı. 30 Ekim günü Ahmet Özer’i görevden alıp kayyım atadı. Yani kayyım atanacağı süreci başlattı. Ardından Beşiktaş. Adım adım 19 Mart darbesine gittik. Şu anda 18 belediye başkanım tutuklu, yüzlerce bürokratımız tutuklu. Gencecik çocuklara babası itirafçı olmuyor diye, birbirine iftira atmıyor diye 26 yaşında Mustafa’m tutuklu, Silivri’de. Babası Fatih Keleş, Kocaeli’nde tutuklu. Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar, ilk gittiklerinde 28 kişilik koğuşa 40’ıncı olarak yollandılar, nöbetleşe yerde yattılar. Sırf çoluğundan çocuğundan ayrı zulüm görsün, önüne ikide bir kağıt yapıyorlar, iftira at diyorlar. ‘İftiranameyi imzalarsan evine gidersin.’ Kadını çağırıyor, doktor kontrolü diye savcılığa, ‘iftira at’ diyor. ‘İftira atarsan Silivri’ye gitmeden evine ve çocuğuna kavuşursun’ diyor. ‘Yapamam, nasıl yapayım, olmayan bir şeye nasıl imza atayım’ deyince de ‘Sana iyi yolculuklar’ deyip Afyon’a yolluyor, Düzce’ye yolluyor. Böyle bir zulüm var. Bana bunu sordular İstanbul İl Başkanlığının önünde. İnşallah o sorunun sorulduğu yeri ileride saklayacağız. Bu soru burada soruldu, bu cevap verildi ve sonra buraya geldik. Bu saldırılardan sonra yani 19 Mart darbe sürecini başlatan bu saldırılardan sonra basın sordu. Dediler ki ‘Normalleşme bitti mi şimdi?’ Çünkü ben sert bir açıklama yaptım. Dedim ‘Bitti.’ Çünkü savaş ilan ettiler.

“BU SENE, YAPILMAYANI YAPIYORUZ”
Savaş ilan edilmiş birisi nasıl savunacaksa kendisini, ülkesini, partimi öyle savunacağım dedim. O günden beri Erdoğan bize savaş ilan ettiği için ona. Siz demin doğru bir tespit yaptınız, ‘Düşünüyorum’ dediniz. Bilgiyle söyleyeyim. Önüne anketleri koyup, ‘Normalleşme CHP’ye yarıyor. Belediyelerinde, seçildikleri belediyelerde yüzde 51’le seçildiler, memnuniyet yüzde 61’e çıktı. ’ Biz 59 ölçtük. ‘Bütün Türkiye’de yüzde 38’de seçildiler, kaybettikleri yerler. Bugün olsa yüzde 45 alacaklar. Bu normalleşme ve belediyelerin hizmetleri onlara yarıyor. Bunu bitir, bitirirsen de maliyeti var. Sen bitirme onlara bitirt’ dendiği için bu süreci yaşıyoruz. Bu saldırıları yaşıyoruz. Bu yüzden de normalleşme yok. ‘Peki 1 Ekim’de ne yapacaksınız?’ Ayağa kalksak geçen seneki gibi, Cumhurbaşkanı gibi karşılasak? Öyle olmadığı belli. Otursak, dinlesek? Bize ne yaptığı belli. Bu sene yapılmayanı yapıyoruz. Cumhurbaşkanı geldiğinde ne ayakta, ne oturarak. Onu karşılamıyoruz. Çünkü bize karşı bir darbe girişiminde bulunmuştur, milli iradenin tecelli bulduğu, tecelligahı o çatının altında bize, geleceğin iktidar partisine ve bir sonraki Cumhurbaşkanı’na Amerika’dan Trump’tan icazetli darbe yapanla aynı çatının altında olmayacağız. (Meclis’e girmeyeceksiniz?) Girmeyeceğiz. O, Meclis salonunda bulunduğu sırada biz olmayacağız. Onun katıldığı, eğer resepsiyona katılacaksa resepsiyona da katılmayacağız. Meclis Başkanı’ndan makamına saygım çok, kendisiyle iyi bir diyaloğumuz var.

“İÇİŞLERİ BAKANI İLE GÖRÜŞTÜ, BİR ADIM GERİ ATMADILAR”
Bu süreçte defalarca Meclis Başkanı’nı aradım ben, defalarca. İstanbul İl Başkanlığımıza beş bin polisle girdiler. Halen daha İstanbul İl Başkanlığımızın adresini fiilen İstanbul Valiliği’ne verdikleri kanunsuz emirle adres değişikliklerini yapmayıp polis zoruyla oraya kayyım meraklılarının gelip gitmesini. Yani bizim olduğumuz yere yönetim yerimize, üçüncü kattaki İl Başkanlığı odasına giremiyorlar ama aşağıda bir oda bulmuşlar oraya polis zoruyla girdiler. Gelip gelip gidiyorlar aşağı katlara. Benim milletvekillerime bir karış mesafeden gaz sıkıldı. Ben Meclis Başkanı’nı üç kez aradım. Üç kez İçişleri Bakanı ile konuştu. Bir adım yaptıklarından geri durmadılar. Bu kadar kötülüğün olduğu yerde Meclis Başkanımız da kusura bakmasın. Bize bunları yaşatan yürütmenin bulunduğu yerde, açılış konuşması yaptığı yerde Cumhuriyet Halk Partisi olmayacak. Ama ondan sonra Meclis çalışmalarına. Örneğin bu törenden dakikalar önce Meclis’te çelenk konacak, elbette çelengimizi koyacağız. Milletvekillerimiz ertesi gün Meclis çalışmaları başladığında en net şekilde çalışacak. (Sizin bir konuşmanız oluyor hani Meclis açılışında? O Meclis açılışında değil de hemen bir ay sonra bütçede. Bütçede konuşacağız tabii, hepsi devam edecek. Biz Cumhurbaşkanı’nın gelip de konuştuğu yerde onun bize anlattığı hikayeyi dinlemeyeceğiz. Çünkü bir ülkede 47 yıl muhalefette kalmış bir parti, 47 yıl ikinci parti olmuş, hiçbir şey dememiş. Sen o partiye yapmadığını bırakmamışsın. Ondan sonra o parti birinci parti olmuş. Gelmiş, senin elini sıkmış. Bir yeni kredi açmış demokrasiye, ‘Bu ülkede yoksulluk ortadan kalksın diye birlikte çalışalım’ demiş, ‘Dış politikada birlikte çalışalım’ demiş, ‘Türkiye’nin menfaatinde birlikte olalım. Kavgayı bırakalım, millet kavga değil hizmet bekliyor’ demiş. Sen ona bunu yapıyorsun. 15,5 milyon insanın seçtiği Cumhurbaşkanı adayına Silivri’de 12 metrekarelik hücrede tutuyor. Bakın kendisi de aynı görevi yaptığı sırada bugün olduğu gibi sanki böyle tarihin önümüze koyduğu bir sınavla karşı karşıyayız.

“KENDİSİNE YAPILMAYAN ZULMÜ SONRAKİ CUMHURBAŞKANINA YAPIYOR”

Erdoğan da rüşvetle, irtikapla, ihaleye fesat karıştırmakla, hatta kişisel olarak servet edinmekle suçlandı ve yargılandı. Akbil davasından tutun da onlarca davaya. Daha bizde iddianame yok. Onda onlarca dava vardı ve yargılanıyordu. Bizde daha iddianame yok. Bir gün kapısına polis gitti mi Erdoğan’ın? Gitmedi. Emine Hanım kapıyı açıp da ‘Tayyip Bey seni almaya geldiler’ dedi mi bir gün? Bir gün çocuklarını korkutan oldu mu? Telefon açtılar, gitti ifade verdi. Çağırdılar, mahkemeye gitti. Bir gün polisle gitti mi? Bir gün iki koluna polis girdi mi? Yargılandı mı? Yargılandı. Ceza aldı, alınca da görevden çekilmedi. Yargıtay süreci beklendi, kesinleşmesi beklendi. Aldığı ceza kesinleşince yine İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ayağıyla gitti. Kapıda girmesine engel olan olmadı. Artık belediye başkanlığı bitmiş. Kapının önüne çıktı, otobüsün üstüne çıktı. Saraçhane’de miting yaptı davulla zurnayla. Kalacağı cezaevi özel hazırlanmış şekilde; Pınarhisar. Yanında yatacak kişi bile özel hazırlanmış şekilde gitti ve kendisi övünüyor. ‘30 bin kişi benim ziyaretime geldi burada’ diyor. Orada da bir şiir albümü çıkardı. Bakın şimdi; Ekrem İmamoğlu. Daha iddianame yok, yargılanma yok. Olsa bile ceza yok. Olsa bile istinaf yok, olsa bile Yargıtay yok, kesinleşme yok. Yani hukuken suçlu değil. Ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki resimlerini indiriyorlar. Metroda sesi varmış, sesini durduruyorlar. Öbürü belediye başkanlığını kaybetmişken şiir albümü çıkarttı cezaevinde. Kendisini milletvekili ve özel izin dışında yurt dışından gelen parlamenterler bile ziyaret edemiyor. Siz gitseniz ziyaret edemiyorsunuz. Vatandaş edemiyor. Erdoğan’ı ziyaretçisi kısıtlanmamıştı. Şu anda kendisine yapılmayan zulmü arkadaşımıza, bir sonraki Cumhurbaşkanı’na yapıyor. Bu kişinin gelip de konuşma yaptığı yerde bulunmayacağız."

“DÖRT VATANDAŞIN ÜÇÜ DE ‘SİYASİ’ DİYOR”
Küçükkaya'nın sorduğu "Bu hukuki bir süreç değil, bu siyasi bir süreç. Sayın Erdoğan da bu işin içinde’ diye mi görüyorsunuz" sorusuna Özel şu yanıtı verdi:

"Dört vatandaşın üçü de böyle düşünüyor. Bütün anketlerde. ‘Bu iş hukukidir’ diyenler yüzde 20 ile 25 arasında. Geri kalanı bu işin siyasi olduğunu düşünüyor. Bütün anketlerde böyle. Kararsız seçeneği verirseniz, bazıları kararsıza kaçıyor. Çünkü telefonda falan niyet belirtmek şey değil. Kararsız seçeneği verirseniz yüzde 20, hadi 25 ‘Bu işi hukukidir’, yüzde 55 - 60 ‘Siyasidir’, yüzde 15 - 20 arası ‘Kararsızım’ diyor. Bu kadar. En kötü anket bu kadar. Yani altı ay oldu, milletin vicdanında bu mesele, siyasi bir mesele olarak algılandı ve oturdu."

“EN AĞIR SUÇTAN DAHA AĞIR CEZALANDIRILIYOR”
"Sayın Bahçeli iddianamenin de bir an önce yazılmasını istiyor. Şimdi oradaki durum ne sizce?" sorusunu Özel, şöyle cevapladı:

"Şöyle, demişlerdi ki ‘Eylül ayında Aziz İhsan Aktaş iddianamesi bitecek, Ekim ayında da İBB iddianamesi.’ Eylül bitti iddianame bitmedi, gelmedi daha bekliyoruz. Bu da bir endişe yaratıyor. Daha öbürü olmadı bu sefer bizimki daha mı geçe kalacak diye. Ama ayrı savcılar çalışıyor ve ümit ediyorum en büyük beklentim, ekim ayı içinde iddianamenin çıkmasıdır. Sayın Bahçeli’nin iddianame konusundaki ifadeleri çok kıymetli. Yine MHP’den çeşitli siyasetçiler zaman zaman ‘Tutuksuz yargılama esastır’ diye açıklamalar yapıyorlar. Seçim ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı’nın, Fethi Bey’in yaptığı açıklamalar, Fethi Yıldız’ın, o anlamda son derece kıymetlidir. Biz bir özel gönderilmiş, CHP’ye husumet duyan. Yani öyle ki yani şeyden sonra gittim gözlerim doldu. ‘Cumhuriyet Halk Partisi babaocağı’ diyorum ben çok önemsiyorum. İstanbul binamız. Girdim darmadağın olmuş, her yer gaz, her şey kırılmış dökülmüş. Bir tane kediciğimiz var orada, Şanslı. Ben gelince hemen sorarım. ‘Şanslı nerede?’ dedim. Bina davalık, binada görev yapan il başkanı üç davayla yargılanıyor o da davalık, mahkemelik. Bu arada il kongremiz mahkemelik. Kedimiz vardı, o da olmuş veterinerlik. Gazı falan yiyince onu da götürmüşler. ‘Veterinerde, o da çok korktu, hastalandı’ dediler. Bu kadar kötülük olur mu? Bir yandan Cumhurbaşkanı Adayımıza, belediye başkanlarımıza saldırı, ailelerine saldırı. CHP’nin il binasına saldırı. İl kongresine saldırı, il başkanına saldırı, 5 bin tane polisle saldırı. Suçumuz ne? Tayyip Erdoğan’ı yenme suçunu işledik. Bakın Türk Ceza Kanununda Ekrem İmamoğlu’ndan ağır cezalandırılan kimse yok ortada. Çeşitli suçlar var. Çok net bir şey söyleyeceğim. Ben bunu söylüyorum, çıksın birisi ‘Hayır’ desin, konuşalım. Ekrem İmamoğlu’nun işlediği suç, Türk Ceza Kanununda yazmıyor ama en ağır suçtan daha ağır cezalandırılıyor. En ağır suç ne? Ekrem İmamoğlu bugün gelse, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na gitse. ‘İfade vermek istiyorum, ek ifade. Sayın Başsavcı itiraf ediyorum, 35 yıl önce, -31 yıl olmuş ya diplomayı alalı. 35 değil, 31 diyeyim - 31 yıl önce İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinde birini öldürdüm. Üniversitenin kapısının önündeki ağacın dibine gömdüm, kemikleri orada. Yanında da suç aletim var’ dese. İtiraf etse. Gidip orayı kazsalar, kemikleri bulsalar, cinayet aletini bulsalar. Ekrem İmamoğlu’na dönüp soruşturma dahi açamıyorlar, tutuklama yapamıyorlar. Neden? Zaman aşımı var. Ekrem İmamoğlu’nun 31 yıl önce kendisi 18 yaşındayken yatay geçişle 25 öğrenci ile bir geldiği, fark derslerini verdiği, yani dünya kadar dersi kabul edilmemiş, üç dört ders dışında. Sonra da bütün dört sene okuduğu, üç seneyi tamamladığı, sınavla aldığı diploması 31 yıl sonra iptal ediliyor. Adam ölürse suç değil, zaman aşımı olmuş. 31 yıl sonra diplomasını aldılar. Suç ne? Recep Tayyip Erdoğan’ı yenme suçu. Zaman aşımı falan tanımıyor.

“KİM BAŞARILIYSA ONU BİÇMEYE ÇALIŞAN İŞLER YAPIYORLAR”
Bir kere Zeydan Karalar, Oya Başkan, Ceyhan Belediye Başkanımız Kadir. Onların hemen Adana’ya gitmesi lazım. Çünkü suç bile olsa ki iddia bu ve işlendiği yerde yargılanacak. En temel kural. Adana’da Zeydan Başkan’dan önceki AK Parti’li belediyenin başlattığı, Zeydan Başkan’ın sadece ödemelerini yaptığı. ‘Efendim şu tarihe kadar alamadık’ diyor, yalan çıktı. Düzenli ödemiş, her ay aynı gün ödenmiş. Bitince de gitmiş, bir daha çalışılmamış. Sırt Zeydan Başkan’a Adana’daki büyük başarısından dolayı bir engelleme olarak. Bir şey söyleyeyim mi? Çok enteresan. Emin olun şöyle bakıyorlar: Başarı sıralamasına bakıyorlar. Yani ben bir ara çok korktum, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanımız Vahap Seçer’den de. Bizim ilk beş kim biliyor musunuz büyükşehirlerde? Anket yaptırdık. Size de gösterebilirim bir gazeteci olarak. Geçen sene ilk sekiz - dokuz ayın sonunda kışa girerken yaptırdığımız ankette; Vahap Seçer, Zeydan Karalar, Ekrem İmamoğlu, Manisa, Denizli ve Ankara. Altı il peşi sıra birbirine çok yakın oranlarda yüzde 60’a yakın memnuniyet oranı. Mansur Yavaş zaten bütün anketlerde hep birinci çıkıyor. Memnuniyet anketlerinde en büyük başarı, iki sürpriz Denizli ile Manisa’ydı. Biri rahmetli Ferdi, birisi halen daha yüzde 60’ın üzerinde başarı göstermişler. Zeydan Karalar, Vahap Seçer ve Mansur Yavaş en yüksek belediyecilik başarısı olan isimler. Ekrem İmamoğlu‘nu aldılar koydular. Herhalde şöyle bakıyorlar: ‘Ekrem’den kurtulduk, risk kimde? Alalım Zeydan‘ı aday yapabilirler, içeri atalım.’ Mansur Yavaş‘a başladılar. Ben vallahi Vahap Seçer’in hani tertemiz, pirüpak bir belediyeciliği var. Böyle tedirgin oldum yani. Çünkü kim başarılıysa onu biçmeye çalışan işler yapıyorlar.

“CANIM YANIYOR, BÜYÜK HAKSIZLIK VAR”

Bir kez şuna memnun olacağız. Biz bu AK Toroslar çetesinden kurtulmuş olacağız. Çünkü onlar iddianameyi yazacaklar ve artık hakim olacak ve mahkemenin savcısı olacak. Evet, o konuyla ilgili de çeşitli hazırlıklardan, özel atamalardan, özel olarak düşürüleceği bir mahkemeden bahsediyorlar. Ben de onunla ilgili bir hazırlık yapıyorum. ‘Bu mahkemeye düşerse; bu hakim, bu hakim, bu hakim. ’ Noterden önceden bir tespit yaptırıp, o gün böyle kağıdı açabilirim. ‘Bakın nereye getirdiler? O kadar mahkeme varken, o kadar imkan varken hangi mahkeme ve kime düşürdüler’ diye bir noter zarfı kapatabilirim ve günü gelince açabilirim. Bunu da burada size söylemiş olayım. (Yapacak mısınız?) Niyetliyim. Bu şüphelerimiz gitgide kuvvetleniyor, bir mahkemeye denk getirme, kendi emanet bıraktığı bir yere denk getirme, orada gördürme ve bu zulmün devam etmesine yönelik. Çünkü şimdi mahkeme başladı, bizim arkadaşlarımız halen daha Afyon’da, Düzce’de, orada, burada mı olacaklar? İstanbul’a gelmeleri ve ilk mahkemeyle birlikte serbest bırakılmaları, tutuklu yargılanmaları lazım. Çoluğu çocuğu var insanların. Bütün arkadaşlarımızın tutuksuz yargılanmaları gerektiği bir zemini sunuyoruz biz. Adalet Bakanımız bana kızıyor, diyor ki ‘Özgür Özel çok laf ediyor.’ Şimdi bakın İzmir’de de bir başsavcı var, savcılar var, mahkeme var. İstanbul’da da var. İstanbul’da 180 günü geçtik, 183 gün oldu daha iddianame yok. İzmir’de de operasyon oldu. Gittim, İl Başkanlığı önünde mikrofonu elime aldım, dedim ki ‘İstanbul gibi davranırsanız, İstanbul gibi davranırız. Ama hızlı bir şekilde iddianame hazırlanılırsa, tutuksuz yargılamalar olursa biz yargı sürecini takip ederiz.’ Bakın İzmir’de ne oldu? İlk önce 100 kişiye yakın tutuklandı. Hızla iddianameler yazıldı, bunlardan kasım ayına kalan oldu. Kasım ayı uzak bir tarih. Hakim dedi ki ‘Deliller toplanmıştır, iddianame yazılmıştır. Tutuksuz yargılama esastır.’ Hepsini bıraktı, 100 kişi neredeyse. Dokuz sanık vardı, 11 kişi vardı. Bu 11 kişinin tutukluluğu devam ediyordu ama mahkemesini eylül ayına verdiler. İlk mahkemede beşini - altısını saldılar beşi duruyor. İkinci mahkeme tarihi Ekim ayının içinde ve belki birkaç ay içerisinde. Ben burada ne yaptım biliyor musunuz? Takım elbisemi giydim, kravatımı taktım. Aliağa’da Yenişakran’daki cezaevinin içindeki ki mekan olarak yanlış, İzmir Adliyesi’nde olmalı. Mahkeme salonuna gittim oturdum, davayı takip ettim. Ne yapacağım ben? Çıkışında açıklama bile yapmadım. Ondan sonra ‘İstanbul’da niye miting yapıyorsun?’ Niye yapmayayım? Canım yanıyor, büyük haksızlık var."

“İKTİDARI DEĞİŞTİRME FİKRİ OLGUNLAŞMIŞTIR”
Özel, kendisi hakkında hazırlanan fezlekeler için şöyle konuştu:

"Fazladır. Son bir yılda 27-28’dir. Eskilerle 50’yi geçti. (Dokunulmazlığın kaldırılması ilgili bir kaygınız var mı?) Şimdi önümüzdeki kitapta Millete Emanet yazıyor. Bizim Ekrem Başkan’la ortak bakış açımız şu: Önce Allah’a emanetiz, sonra millete emanetiz. Ne yaparlarsa yapsınlar, millet bir karar verdi mi onun önünde hiçbir set durmaz. Olgunlaşmış bir fikrin karşısında hiç kimse duramaz. Bu milletin zihninde, iktidarı değiştirme fikri olgunlaşmıştır. Ekrem Başkan’ı da içeri atsalar, diğer arkadaşlarımıza da kötülük yapsalar, bize işte yok ‘Korumayı artırın, şu olacak bu olacak. O örgütler, bu örgütler tehditler. Diğer taraftan işte ‘Dokunulmazlığı kaldırırlar, seni de içeriye atarlar.’ Sonuçta bizim eşimiz eş de Dilek Hanım eş değil mi? Bizim evladımız evlat da Ekrem Başkan’ınkiler değil mi? Bizim ana babamız ana baba da içerdeki arkadaşlarımızınkiler değil mi? Başa gelen çekilir. Biz bu işlerden korksak hiç bu işlere girmezdik. Bizim pozisyonumuz oturup da Muhalefet Partisi olarak Meclis’te görev yapma pozisyonu değil. Bizim pozisyonumuz 100 yıl sonra Atatürk’ün partisini tekrar iktidar yapma pozisyonu. Buna azmetmişiz. Bunun için saldırı altındayız, bunun için tehdit altındayız. Biz Meclis’te oturmayı ve muhalefetçilik oynamayı tercih etseydik, yıllarca o konforlu alanda siyaset yapabilirdik. Kimse bize ilişmezdi. O yüzden ben bana düzenlenen her fezlekeyi, Ekrem Başkan’a atılan her iftirayı, Mansur Yavaş’a girişilen bu saldırıları, bütün hepimize yapılanları iktidar yolunda doğru adımlar atmamızın en önemli sağlaması, en önemli işareti olarak görüyorum. Demek ki doğru yolda gidiyoruz. Yani şey beklemiyoruz. Tayyip Bey’in böyle bir beyaz zambaklardan buket yaptırıp da devir teslime bizi çağırmasını beklemiyoruz. Elbette zor olacaktı, zor oluyor. İktidar böyle değişecekti, böyle değişiyor. Şöyle olsa şüpheye kapılırım, hemen Ekrem Başkanı, arkadaşlarımızı salsalar, birden bir demokratikleşme zemini oluşsa, Erdoğan dese ki yahu işte savcılar biraz da abartmışlar, yanlış oldu, bilmem ne oldu dese. Kayyımlar iade edilse filan. ‘Evyah’ derim ya. Eyvah. Demek ki bunlar kaybetmeyeceklerini gördü, demokrasicilik oynuyor."

 

“CHP EN AKTİF KATKIYI VERMEYE DEVAM EDECEK”
Bahçeli’nin başlattığı süreç hakkında sorulan soruyu yanıtlayan Özel, şu ifadeleri kullandı:

"Şimdi birincisi, Cumhuriyet Halk Partisi, terörün sonlanmasını, ‘Terörsüz Türkiye’ diye şimdi ifade edilen, çatışmanın tamamen bitmesini, terör örgütünün kendini lağvetmesini, silah bırakmasını, milletin kaynaklarının teröre değil kalkınmaya, insanlarımıza harcanmasını hep savundu. Bu süreci de her zaman Meclis çatısı altından yönetilmesi gereken bir süreç olarak tanımladı. Bu süreç sonradan haberdar oldunuz, 1-1,5 yıldır devlet yetkilileriyle Abdullah Öcalan’ın görüştüğü, silah bırakma üzerinde bir mutabakata varıldığı, bunun karşılığında da bir takım demokratik adımların atılacağı bir süreç var. İlk başlarda işte ‘Efendim pazarlık yok.’ Buna illa pazarlık demek zorunda değilsiniz. Çatışmalı bir süreci bitiriyorsunuz, bir terör örgütü silah bırakıyor. Bir terör örgütü bir irade ortaya koyuyor ve buna razı olması için de bir takım düzenlemeler yapılacak. Bu mesele milletin gözünün içine bakıp da şöyle anlatılmak yerine, ‘Efendim, hiçbir pazarlık yok. Kayıtsız şartsız silah bırakılacak. Çağrı Suriye’yi de kapsayacak, Irak’ı da kapsayacak, şurayı da kapsayacak, merak etmeyin’ dedikleri için, millete karşı samimi olmadıkları için. Hatırlayın, ben ilk bu süreç çıktığında dedim ki ‘Destekleyeceğiz, Meclis’te olacağız. Terörsüz Türkiye ve demokratik bir Türkiye. Bunu Kürt sorununun demokratikleşmesi çerçevesi içinde çözmeliyiz’ bir. İki, ‘Şehit ailelerin, gazilerin gözünün içine bakamayacağımız işler yapmamalıyız. Onların rızasını almalıyız.’ Bakın şehit aileleri ve gazilerimizin dernekleri, 200’ün üzerinde derneği Yankı Bağcıoğlu ziyaret etti. Görüşlerini aldı. En son bu komisyon başladığında Ankara’ya geldiler. Tüm partilere heyetler gitti. Ben onları Ankara’daki yerlerinde ziyaret ettim ve birlikte konuştuk. Onların dediği şu; ‘Biz yandık başkası yanmasın, başka annelerin gözü yaşlı kalmasın. Biz her türlü fedakarlığı yaparız ama samimi olunsun, lütfen bizim düşüncelerimiz doğru şekilde alınsın, algılansın, doğru işler yapılsın, bizleri rencide edecek işler yapılmasın.’ Bu kadar net ve bu kadar saygın bir tutum içindeler. Şimdi tabii Suriye’deki birtakım gelişmeler filan olunca, bu komisyonun önce kurulması geciktirildi, şimdi de birazcık öyle zamana yayan, sadece dinleyen, harekete geçmeyen bir pozisyon var. Oysa önümüzde Türkiye’yi demokratikleştirecek koca bir liste var. Bu listenin en başında hangi görüşten olursa olsun hasta tutuklu ve hükümlüler var. Yazık yani, Mehmet Murat Çalık’ın annesine bütün Türkiye ağlıyor. Ama biz, ‘Buna Mehmet Murat Çalık diye bakmayın, Türkiye’de cezaevlerinde binlerce, belki 10 binin üzerinde hasta tutuklu ve hükümlü var. Bu insanlarla ilgili bir düzenleme yapılması lazım hızlı bir şekilde.’ Ardından Cumhurbaşkanı, ‘Bundan sonra istisna olacak, hayatımızdan kayyımlar çıkacak’ dedi, DEM Parti’nin birçok belediyesine kayyım atandı. CHP’nin 3 belediyesine kayyım atandı. Kayyımla ilgili düzenlemede, bunlar niye Suriye’yi bekliyor? Bu bizimle ilgili mesele. İnfaz rejimi, dünya kadar cezaevlerinde yeni infaz düzenlemesi bekleyen mesele var. Bu konuyla ilgili işte iyi halin uygulandıkları var, uygulanmadıkları var. Aslında iyi halli oldukları halde koğuş değiştirilmeyen, bilmem ne yapılan. Bir sürü acayip iş var yani. Hepsinin hızla düzenlenebilecek maddeleri var. Biz Meclis’in de açılmasıyla birlikte, yasama Meclis’i de açıldığı için bu konuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi en aktif katkıyı vermeye devam edecek. Şunu söyleyeyim. Sana bunları yapanlarla beraber bir komisyonda oturulur. Komisyon AK Parti’nin komisyonu değil. Cumhur ittifakının da değil Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milletin komisyonu. Biz o komisyonda normal şartlarda asla bir araya gelemeyeceğimiz ama millet onları oraya yolladı diye oturan, milletvekilleriyle ve partilerle bir arada duruyoruz. Dünya görüşümüz taban tabana zıt da olsa bir masanın etrafındayız. Çünkü Türkiye’nin fotoğrafı o Meclis. O Meclis’te gönderilen herkesin arkasında bir vatandaşın oyu var. O oylara hürmeten bu Meclis’te orada olmak durumundayız. (Bunlar hızla gündeme gelebilir) Gelmeli diyorum. Ama bunları zamana yayma ve geciktirme mevzusu var. O konunun kendisi de iktidar tarafından izaha muhtaç. Ama ben yine de sürece zarar vermemek için ben yine de devlet belli bir görüşmeyi yapıyor ve sonuç alacaksa, bu noktada zarar vermemek, bu fırsat kaçarsa bir daha ne zaman gelecek belli değil. Geçen de çözüm süreci vardı. Hakkını teslim edelim, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Ben buna kredi veriyorum’ dedi, Erdoğan, ‘Al kredini başına çal’ dedi o zaman. Hatırlıyorsunuz. Bizi dışarıda tuttular, iki parti en son Dolmabahçe, molmabahçe görüşmeleri sürecine kadar geldi. Başarısız olunca Dolmabahçe’de masanın iki tarafındaki siyasileri de tasfiye ettiler. Sonra teker teker yeni yeni döndüler."

Özel, şu ifadelere yer verdi:

"Şu kadarını söyleyeyim, o masanın etrafında oturan bütün siyasiler, siyasetten tasfiye edildiler. Hendek olayları başladı. Yanılmıyorsam, yanlış rakam vermeyim, 800’ün üzerinde güvenlik görevlisi hayatını kaybetti o süreçte. O günden bugüne dünya kadar şehit verdik. Bugün hepimizin bildiği bir şey var. Bu tür süreçler başarısız olursa çatışmalar çok daha şiddetli geri dönüyor. Türkiye yurt içinde PKK’nın eylem kabiliyeti vardır, yoktur. Bunlar başka tartışmalar. Ama sonuçta PKK’nın Avrupa’da bir lobisi var. Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Türkiye’nin başına dert olabilecek çok yerde etkinliği var. Şu anda bir çözüm umudu varsa, inanın bundan kimse kaybetmez. Ben şöyle düşünemem burada. Partim zor durumda, bunu ‘Ben bu komisyondan çekileyim. Ben olmazsam bu süreç olmaz. Bu süreci baltalamayayım, bu süreç baltalandığında ne olacak? Yeniden kan akacaksa, yeniden şehit cenazesi gelecekse, Türkiye’nin bütün paraları bombalara, mayınlara, bilmem nelere gidecekse, doğru değil ki bu”. (Ekrem İmamoğlu da destek açıklaması yaptı) “Bir şey söyleyeyim mi? Aklı başında herkes yapar. Ama endişeli olanların endişelerine şu yönüyle hak veriyorum. Süreci kötü yönetiyorlar. Öyle bir noktaya geliyor ki düne kadar en ağır sözleri söyleyenler bugün öyle cümleler kuruyorlar, öyle travmalar yaratıyorlar, bunu vatandaşa doğru anlatmıyorlar. Bunun vatandaşa doğru anlatılması lazım kardeşim. ‘Böyle, böyle, böyle olacak, bunun sonunda da Türkiye şu avantajları elde edecek’ diye. Ama bunu bir parti kendine çıkar için, bir ittifak, kendine iktidar için filan. ‘Efendim CHP masadan kalksın, Kürtleri kaybetsin. Masada otursun, Türk milliyetçilerini kaybetsin. ’ Ben Türk milliyetçilerine de çok saygılıyım. Benim Kemal dayım, Kemal Bilir. Şurada eczane açtım. İlk ilacı almaya o geldi. Emekli sandığından ilk müşterim. İmza attı böyle, böyle imza atmış. ‘Dayı’ dedim, ‘Bu nasıl imza bu’ filan. ‘Senin adın bu değil. TTK, bu ne’ dedim. ‘Tanrı Türk’ü korusun’ diyor. Anneannemin kardeşinin çocukları, tanrı Türk’ü korusun diye imza atıyor. Bir dayım, Hüseyin dayım İGD’nin en önde gelen isimlerindendi 80 öncesinde. Şimdi ikisi kol kola girmiş, kurbanlarını birlikte kesiyorlar, her gün görüştüklerinde birbirlerine en iyi şekilde davranıyorlarsa, ben ne Türk milliyetçilerini üzecek bir şey yapabilirim, ne de Kürt düşmanı olabilirim. Bu ülkeyi benim kadar çok seven dünya kadar Kürt arkadaşım var. Eczacılık sürecinden gelende de öyleydi, siyasette de öyle, partimizde de öyle. Çok geçmişte kalmış kalıplara sıkışıyorlar. Benim Parti Meclisinde örneğin Sezgin Tanrıkulu da bizim Parti Meclisimizde görev yapıyor. Emine Hanım görev yapıyor. Bir Kürt muhafazakar Emine Hanım baktığınızda köken olarak. Benim Parti Meclisinde iki tane, MYK’mda bir tane. Kendi tercihiyle başını örten arkadaşım var. Kimse dönüp de ‘Vay CHP başörtüsü, açılım. ’ Geride bıraktık bunları, Cumhuriyet Halk Partisi geride bıraktı, Türkiye geride bıraktı. O yüzden Türk milliyetçilerini de Kürtleri de memnun edecek, bu memlekette Alevisini, Sünnisini, Türk’ünü, Kürt’ünü, ben göçmenim. Göçmenleri, Karadenizlileri, en koyu milliyetçileri de en koyu sosyalistleri de Kürtleri de memnun edebilecek bir ortak başarı yakalanmalıdır. Ben, Türkiye ittifakı mesela, Millet İttifakı diye devam etmiyoruz. Onlar Cumhur İttifakı diye iddia ediyorlar. Biz ‘Türkiye ittifakı’ diyoruz. Diyoruz ki ‘Milli Takım gol atınca sevinen herkes bizdendir.

“O DÖNEMDE TÜRKİYE’Yİ BİZ YÖNETİYOR OLACAĞIZ ZATEN”
Şimdi açıkça şunu söyleyeyim. F-35 meselesi Türkiye’nin uğradığı en büyük haksızlıktır. Neden en büyük haksızlık? Bakın biz F-35 projesinin ortağıydık. F-35’te parası ödenmiş, hak ettiğimiz altı F-35 var. Amerika’da hangarda duruyor. Üzerinde Türk bayrağı var. Bunların dördünü Namık Tan büyükelçiyken teslim almıştı, bakın Namık Tan Washington’dayken teslim almıştı. ‘Benim dönemimde anlaşması yapıldı’ diyor. Altı tane F-35’imiz orada durup duruyor. Onları bize vermiyorlar. Bugün bakın bize altı F-35’imizi verseler, üstüne de bana verilen bilgi, ‘18 F-35 daha vereceğiz’ deseler, iki tane 12’lik, iki düzine 24 F-35 ‘Bizim büyük oranda sorunumuzu toparlar’ diyorlar. Hava savunması noktasındaki. Türkiye şu anda o noktada bir sıkıntı çekiyor. Bu noktada üstüme ne düşüyorsa yaparım. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bu konuda bana kendi partisinden bir bakana veya bir arkadaşına ne bilgi veriyorsa, ne talimat veriyorsa bunu talimat kabul ederim. Bakın bu kadar açık söylüyorum. F-35’ler Türkiye’ye verilsin diye bunu yaparım. Bir. Çünkü bu mesele başka mesele. Biz yurt içinde Ana Muhalefet Partisiyiz, yurtdışında Türkiye’nin partisiyiz. Bunu hep söylüyorum. Yurtdışında ‘Türkiye’de bize darbe yapmışlar, demokrasiyi ortadan kaldırıyorlar.’ Bunu anlatmak başka bir şey, Türkiye’nin ortak çıkarlarını savunmak başka bir şey. Bugün F-35’te, size veriyoruz deseler altı F-35’imiz duruyorsa bunları alırız. ‘Geri kalanı vereceğiz’ deseler 10 yılı var zaten. Bakın 10 yılı var. Mesela Boeing alıyoruz ya, 2030’da teslim edilecek. 2030’a kadar siparişler dolu. O yüzden o dönemde Türkiye’yi biz yönetiyor olacağız zaten. Böyle bir tarafı var.

“TÜRKİYE - ABD İLİŞKİLERİNDE BERBAT BİR DURUMDAYIZ”
Geçen hafta 15 - 16 büyükelçilikle görüştük. (Dolayısıyla bu Türkiye’nin bir gücüdür. Bir taraftan iktidar, bir taraftan muhalefet?) Öyle olması lazım, bizim bu konuda en ufak bir tereddüdümüz olmaz. Bir şey söyleyeceğim. Bu Amerika’da bu Trump Hükümeti’nin üzerinde bizim bir etkimiz olmaz onu söyleyeyim. Doğrusunu söyleyeyim. Ama olabilecek neresi varsa. Örneğin Senato’da, demokratlarla ilgili olabilir. Heyetlere talep etsinler, Genel Başkan Yardımcısı görevlendireyim, birlikte gitsinler. (‘Trump yönetimi konusunda bizim bir yetkimiz olmaz’ dediniz. Niye öyle söylediniz?) “Şöyle söyleyeyim, açık söyleyeyim. Bir kez Erdoğan’ın Amerika ziyaretine ‘büyük bir başarı’ diyorlar ya, öyle göstermeye çalışıyorlar. Ben Türkiye - Amerikan ilişkileri arasından berbat bir durumda olduğumuzu düşünüyorum. Neden berbat bir durumdayız biliyor musunuz? Kurumsal ilişkiler, kurumlar ve kurallar lafa kalkmış. Trump’ın tarzıyla kişisel ilişkiler üzerinden laf salatasıyla, bizi avutan, her şeyi alan, hiçbir şey vermeyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Trump kimleri destekliyor biliyor musunuz? Hatta şeyle övünüyorlar. Erdoğan’la Trump’ın arası iyiymiş. Vallahi hayırlı olsun. Neden biliyor musunuz? Trump Almanya’da kimi destekliyor? Alternative for Deutschland’ı. Yani AB yani AFD’yi. Aşırı sağ ve Türk düşmanlarını destekliyor. Beğendikleri, sevdikleri Trump Almanya’da Türk düşmanlarını destekliyor. Le Pen’i destekliyor Fransa’da, faşist partiyi destekliyor. Nerede bir otokrat varsa, nerede birisi demokrasiyi mahvediyorsa onu destekliyor. Trump’ın destekleri Almanya’da iktidar olsa Türk vatandaşlarımıza zulmedecekler. Onlar güçlendikçe Türkler korkuyorlar. Ne katliamlara uğradık, ne Türk mahallelerinde yangınlar çıktı. Bunları yapan anlayışı Trump destekliyor. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.

“ERDOĞAN TIPIŞ TIPIŞ TRUMP’A BUNLARI SÖYLEDİ”
Biz Cumhurbaşkanı resmi programını takip ediyoruz. Cumhurbaşkanı resmi programında cumartesi günü saat 17.00’de bir işadamı görüşmesi koymuşlar, iş adamının adı yok. Ama ‘İş adamı’ yazıyor. Onu arkadaşlar takip ediyorlar zaten, Erdoğan’ın programını. ‘17.00 İşadamı görüşmesi’ diye açıklanmıştı. Merak etmişler, ‘Kim bu işadamı?’ diye, üstüne düşmüşler. Düştükçe iyice bir şüphe ortaya çıkmış. Sonra Trump’ın oğlunun Türkiye’ye geldiğini gördük, o gün İstanbul’da olduğunu gördük. Neyse o detayı vermeyeyim. Trump‘ın oğlu İstanbul’da. ‘Trump‘ın oğlu İstanbul’daysa saat 17.00’de ne yapıyor?’ diye baktık. Saat 17.00’de kaybolmuş, yok yani. Arkadaşlarımızın başarısıdır, onun üzerinden. Sonra ben bu iddiayı dile getirdim ki biz bunu, bu şüphemizi AK Parti‘ye yakın, AK Parti’yi takip eden kaynaklara sorduk, onlardan da gizleniyordu. AK Parti‘ye yakın gazeteciler. Sonra Cumhurbaşkanlığı‘ndaki bazı kaynaklardan Trump‘la bir görüşme olduğunu doğrulattık. O gün değil ama günü, saati bizim arkadaşlar buldular. Ki doğru da çıktı. İki program çok yakındı. Sonra da zaten çorap söküğü gibi gerisi geldi. Ben açık söyleyeyim. Boeing alımında da ‘Üç yüze yakın Boeing siparişi verebilirim’ diye Trump‘ın oğluna söylüyor. Erdoğan bir lobi şirketi ile çalışıyor. Geçmişte de çalıştıklarını söyledik, ispatladık, faturaları çıktı. ‘Aramızı Amerika’yla düzeltsin’ diye. Bu lobi şirketi Trump‘a ulaşmanın yolunun Trump‘ın oğluyla bir görüşmeden geçtiğini söylüyor. ‘Trump‘ın oğluna bunları söylerseniz size randevu verecekler’ diyorlar. ‘Erdoğan da tıpış tıpış Trump’ın oğluna Boeing’lerle ilgili bir şey söyleyecek’ diye ben söyledim. İlk başta ‘Yanımda mıydı?’ dedi. Daha sonra hem Trump doğruladı, hem Amerika’da Boeing açıkladı, hem en sonunda bizim Türk Hava Yolları bunun doğruladı biliyorsunuz. ‘Boeing’in sözünü vermelisin’ dediler, sözünü verdi. ‘Likidgaz alımının sözünü vermelisin’ dediler, onun sözünü verdi. ‘Rusya ile ilişkileri azaltıp, gitgide azaltacağını söylemelisin’ dediler, bunun sözünü verdi. Nadir elementler var.

“BÜYÜKELÇİ GÖRÜŞME ÖNCESİ KÜSTAHÇA KONUŞTU”
Nadir elementleri Trump çok seviyor. Çünkü elektrikli arabalardan cep telefonlarına kadar yüksek teknoloji ile ilgili her şeyde nadir elementler önemli. Ukrayna’yla da bu pazarlığı yapıyordu. ‘Nadir elementleri de sizinle görüşmek istiyor’ dediler, ‘Görüşebiliriz’ dedi. Ben şu kadarını söyleyeyim. Trump dediğiniz kişi, Ukrayna - Rusya Savaşı’nda Ukrayna’nın arkasındayken Ukrayna’ya gidip ‘Bana nadir elementlerini vereceksin’ diyen ve Ukrayna’daki çocukların kanıyla nadir element pazarlığını yapabilen bir adamdır. Trump, Ukrayna’da nadir elementleri alıyor, İsrail’de Gazze şeridini boşaltıp ‘Oraya kumarhaneler, oteller yapacağım’ diyerek önündeki zengin hidrokarbon yataklarına çöküyor. Avrupalıları güvenlik tehdidi ile bunaltıyor, vergileri arttırıyor, dönüyor komşusuna bir şey yapıyor. Bütün demokratik ülkelerde faşist partileri destekliyor, desteklediği partiler Türk düşmanı. İsrail - Filistin meselesinde İsrail’i destekliyor ve Netanyahu’ya ‘Savaş kahramanısın’ diyor. Dünyanın neresinde demokrasiye saldıran biri varsa Trump onun arkadaşı. Türkiye’de de kendine arkadaş olarak Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel değil de Recep Tayyip Erdoğan’ı seçmiş. Net. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Türkiye tarihinde Amerika’ya karşı ya da bir muhataba karşı hiçbir zaman bu duruma düşmemişti. Amerika’yla ilişkileri sağlayacak olan kim? Büyükelçi Barack. Ankara’da altıncı gün geçirmiş. İstanbul’da duruyor, bir jetle oraya gidiyor, buraya geliyor. Türkiye’de diplomatik ilişkilerini sürdürürken maslahatgüzarını kullanıyor, kendisi başka bir seviyeye kendini koymuş. Amerika bir kusur işlese, büyükelçisi düzeltecek. Büyükelçi Amerika’daki görüşme gerçekleşmeden önce Erdoğan’a küstahça şunu söyledi, bakın. El sıkışırkenki görüşmeleri, kravat şakalarını bırakın. Adam dedi ki ‘Trump aklına geldi bu. Erdoğan’a muhtaç olduğu bir şeyi vereceğiz, her şeyi alacağız, her şey güzel olacak, dedi. Ona meşruiyet verdi, benim hiç aklıma gelmemişti.’ dedi. Meşrutiyet nedir? Kabul edilme. Türkiye’de seçimle geliyorsun değil mi? Kural şudur meşrutiyetle: Bir, adil ve eşit bir seçimle geleceksin; iki, demokratik yöneteceksin ki halk seni meşru görsün. Türkiye’de meşrutiyeti yok. Seçimlerle ilgili çok şüpheler var. Demokratik yönetmediğini herkes biliyor."


“EKREM İMAMOĞLU’NUN ADAYLIĞI RİSK ALTINDA AMA OLABİLİR”
Küçükkaya'nın "Sizin partinizin adayı İmamoğlu cezaevinde ve onun aday olması da zor gözüküyor" sözlerini değerlendirdi. Özel, şunları söyledi:

"Şu anda kesinleşmiş bir cezası olmadığı için, istinaf kararı yetmiyor. Yargıtay aşaması var. Adaylığı risk altında ama aday olabilir. Diplomasına el koydular, biz bunun yürütmeyi durdurma talebiyle başvuruda bulunduk. Mahkeme delilleri istedi. Diploması ile ilgili lehimize bir karar çıkacağını umut ediyorum. Diplomanın iptali kalıcılaşırsa ya da Yargıtay, istinaf olmuş kararı onaylarsa o zaman aday olamaz. Ama şu an için adayımız Ekrem İmamoğlu."

“MANSUR BAŞKAN EKİP ARKADAŞI DA OLSA TAK SORUŞTURMA AÇAR”
Ankara Büyükşehir’deki duruma ilişkin konuşan Özel, şu sözleri kullandı:

"Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne büyük bir haksızlık ve büyük bir itibar suikasti yapıyorlar. Acıdığım da boşu boşuna dört - beş tane arkadaşın içeriye girmiş olması. Birincisi. Bu içeriye girenlerde gözaltına alınanların tamamı AK Parti döneminde işe başlamış memurlar, bir kez onu söyleyeyim. Bunların içinde MASAK raporlarına baktığınızda, bütün her şeye baktığınızda soruşturmada içeri alınanlardan bir kişide şüpheli hareketi var. O kişi de ‘itirafçıyım’ diye Melih Gökçek’in oğluna giden ve dahil olmadığı soruşturma dosyasına kendisini dahil ettiren kişi. Kirli bir kişi. Melih Gökçek’in adamı ve yürümüş Sayıştay denetlemiş, hiçbirinde kusur bulamamış. Başka bir teftiş geçirilmiş, bulunamamış. İç denetim geçirilmiş, bulunamamış. Şimdiki dosyada da hiç birinde bir kusur yok. Bir kişide şüpheli para hareketi var. O da Melih Gökçek’in oğluna giden, başvuran ve kendine orayı dahil ettirip herkese kara çalan adam. İfadesinde diyor ki ‘Bu işler Mansur Yavaş’ın haberi olmadan olmaz.’ Ama diğer beş kişi, onlar da AK Parti döneminde geçmiş. Ama Mansur Bey de bakmış işlerini yapıyorlar, devam ettirmiş. O beş kişi diyor ki ‘İhaleyi kimin alacağını Mansur Bey bilmezdi, ihale dosyasını biz hazırladık. Biz yaptık. Böyle bir şey yok’ diyor. Bu ifadeleri var diye de, Mansur Bey’e suç atmadıkları için de içeride tutuluyorlar. Mansur Bey bu süreçte ve tüm süreçlerde ihaleleri televizyonlardan ilk yayınlayan belediye başkanıdır. Mansur Bey, bazen benim fazla şey gördüğüm, birinin hakkında bir laf duymaya görsün. Bazen diyordum ki ‘Mansur Bey biraz fazla mı hassas davranıyor?’ Doğrusunu yapıyormuş, iyi ki yapmış. Şöyle bir şey, her gün herkesin adını geçirirler. ‘Efendim İsmail Küçükkaya’nın da filancası var.’ Mansur Bey bunu duydu mu, tak soruşturma açar İsmail Küçükkaya’ya. Kendi ekip arkadaşı bile olsa. Bir tane denetçi görevlendirir, bu sefer belediyede şey dönüyor, ‘Vay bak soruşturma var hakkında.’ Mansur Bey kendi açtırır. Aklanırsa aklanır, ufacık bir şey olursa yolları ayırır. Mansur Bey bu mevzuyu kendisi de soruşturmuş. Hem kendi soruşturmasından hem Sayıştay soruşturmasından, hem müfettişlerin soruşturmasından tertemiz çıkmış olan bir mevzuyla karşı karşıyayız. Mesele Mansur Bey’i huzursuz etmek, rahatsız etmek, üzerinde kendilerince baskı oluşturmak. Mansur Bey ne diyor? ‘Kendi işime odaklıyım’ diyor. Belediyeyi en iyi şekilde yönetmeye. Grafiği hep yukarıda Mansur Bey’in, hep yukarıda. Onların da çekemediği bu. Şimdi yine bu Melih Gökçek’in oğlunun televizyon kanalında ‘Efendim 20 kişinin daha alınacak, 30 kişi daha alınacak’ diye pompalıyorlar. Hani soruşturma dosyası gizli bunlardan. Melih Gökçek’in oğlunun kanalının ne işi var adliyelerde, nereden biliyor bunları? Adliyelerde derken, gizli dosyayı nereden biliyorlar, görüyorlar? Ben eminim ki böyle bir şey yok. Ama buradan istifadeyle geçen sefer o bomba meselesi sızdı. Bir gece önce geri sayım, bir bomba koyuyor, sabahına operasyon yapılıyor. Ümit ediyorum Ankara Adliyesindekiler bu bilginin nasıl sızdığı konusunu çok doğru şekilde tespit etmişlerdir ve önünü alırlar. Buradaki meselenin de psikoloji harp tekniği olarak Mansur Yavaş’ı ve ekip arkadaşlarını yıpratmak için Melih Gökçek ve oğlu tarafından kullanıldığını düşünüyoruz. Bunu net olarak ifade ediyoruz.

“PARTİNİN ADAYINI MİLLETLE BELİRLEMEYE GEÇTİK, DÖNEMEYİZ”
Biz ilk başta da bu tarihin beni doğrulamış olmasından memnunum çünkü o dönemde partiyi karıştırmak için ‘Eldeki argüman bu diye’ yapıyorlardı. Siz de doğrusunu bizden öğrenip anlatmıştınız birkaç kez kendiniz de yayında. Mevzunun kendisi şu: Biz erken seçim istiyoruz. Partiye de ağır bir saldırı var. İşte Ekrem İmamoğlu‘na doğru da bilerek iktidar tarafından sürükleniyor. Orada dedik ki ‘Adayımızı belirleyelim.’ Aday belirlemede dedik ki ‘Biz bu adayı Genel Başkan tarafından ya da PM tarafından belirlemeyelim, bütün üyelere soralım.’ Mansur Bey o dönemde dedi ki ‘Ben ön seçime girmeyeyim. Ama ön seçimin sonucuna da saygılı olacağım.’ Hatta gitti oy kullandı biliyorsunuz. Oy kullandı adam ya daha ne yapsın. ‘Ön seçim sonucuna saygılı olacağım ama hem bir yarışta birbirimizi yıpratmayalım. Kazanırız, kaybederiz. Ekrem İmamoğlu tabii partinin ilçe başkanlığından gelen birisi. Mansur Bey diyelim ki ön seçimde geride çıktı. Kaybetmiş birisi olarak olmaz. ‘Ben güçlü bir alternatif olarak durayım ama ben ön seçim sonucunda saygılı olacağım’ dedi. Aynı gün, aynı masada Ekrem İmamoğlu da Mansur Yavaş‘a bu kulaklar duydu ki ‘Ben aday çıktım. Yürüyoruz, baktık anketler iyi değil. Veya bu işte hastalık var, hapis var, bilmem ne var. Binbir türlü hali var. Siyaseten ya da insani sebeplerle adaylığıma bir şey olacak olursa ben emaneti Genel Başkan’a teslim eder, senin yanına gelirim abi’ dedi. Bu kadar net söylüyorum. Mansur Bey Ekrem Bey’in ön seçim sürecine saygılı davrandı. ‘Siz ön seçim yapıyorsunuz, ben bunu tanımıyorum’ dese biz yapamazdık zaten. Saygılı davrandı. Ekrem Bey hatta birebir konuşmamızda Mansur Bey ‘Ön seçim doğru değil’ de dedi. Ama kamuoyuna karşı çıktığımız süreçte net bir şekilde saygılı davrandı. Bugüne kadar bizi güçlü getiren de birimiz hapiste, birimiz otobüsün üstünde, birimiz Ankara Büyükşehir’de. Üçümüzün arasından su sızmamasıdır. Bundan sonraki süreçte hassas davrandığımız bir nokta var. Bir, adayımız Ekrem İmamoğlu. Bunu ben de söylüyorum Mansur Bey de. Onu adaylaştırmak için her şeyi yapacağız. Ekrem Başkan’ın bir yedeği yok. Ben Mansur Bey’i bir yedek aday pozisyonuna sokamam. Ekrem Başkan adaylaşamazsa kararı ben vermeyeceğim. Düşüncem odur ki partinin yetki organlarında tartışırız ama kararı. Artık bazı kazanımlardan geri dönülemez demokrasilerde. 23 Mart günü bir kazanımdır. Yetkili kurullar tartışır. Ama bir aday değişecekse biz bunu yine 2 milyon üyemiz de ve hatta artık yanında 15 milyon karar vermiş, milletimizle birlikte kararlaştırırız. Artık biz partinin adayını milletle birlikte belirlemeye geçtik ya. Buradan biz geri dönmeyiz biz artık. O yüzden Mansur Bey adaylaşacaksa da üyelerimizle ve milletimizle birlikte kararlaştırırız. Onlara sorarız. Birden çok aday varsa onu da sorabiliriz. Ama Mansur Bey kuvvetli bir seçenektir ama kendisi işine odaklı. Diyor ki ‘Ben Ankara’ya bakıyorum.’ Onun tercihi günü gelmeden ne bir adaylık ilan etmek, ne de kendisine öyle bir noktaya şimdiden kanalize etmek. Onun yerine dürüstçe, namusluca, çalışkan, emeği vererek Ankara Büyükşehir yönetiyor. Bunun karşılığında millet onu en güzel yerlere layık görüyor. Günü geldiğinde her şey böyleyse, kendisi de isterse ben ona ‘Adayımız sensin’ demek yerine, yine bunu en toplumsal bir şekilde yaparız.” (‘Ben Atatürk’ün partisini iktidara getireceğim, ben teknik direktörlüğe soyunacağım’ demiştiniz, o yolda da ilerliyorsunuz) “Çünkü doğrusu şu. Bizim yaptığımız işte bana şöyle söylüyor arkadaşlar, hatta bazen dalga geçiyorlar, ‘Özgür bir sorunu çözemezse önce krize dönüştürür, sonra krizi çözer’ diyorlar. Öyle dalga geçmek için şaka yapmak için. Şöyle bir mevzumuz var, kriz anlarında sakin kalmak önemli. Ben normal şartlarda biraz hareketli bir insanım. Örneğin 15 Temmuz gecesini Aykut Erdoğdu size bir anlatsın. Herkes çok paniğe kapıldığında herkes çok hızlanıyor ya ben bağıl olarak yavaş kalıyorum. Yavaş kalınca doğru karar verebiliyorsun, mesela ‘Biz gidelim kurucu partiyiz, meclisi açtıralım.’ Kendinizle ilgili aklınızın bir yerinde bir tasarruf varsa, o enerjiyi kendine çeker çeker çeker. Krizleri doğruya yönetemezsiniz. Denklemin içine kendini koyan denklemi doğru çözemez. Ben denklemi dışarıdan çözmeye bakıyorum."